Elinde gördüğüm yüzükle içim rahatlamışken, gördüğüm kişiyle çokta uzun sürmedi. Onu görmeyi beklemiyordum. Beni takip ediyor ya da bir tür psişik güçleri vardı. Ki iki seçenekte bu adama uyuyordu.
"Sanırım bunu arıyordun."
Yüzüğü bana doğru uzattığında, oturduğum yerden kalkıp elinden aldım. Bakışlarım yüzükteyken, yüzükte herhangi bir sorun olmadığını gördükten sonra, bu adama kaydı.
"Sen beni mi takip ediyorsun?"
Kaleye doğru bir bakış atıp, yeniden bana döndü. Konuşmak için dudaklarını araladı ve kâbus gibi tınısı beni buldu.
"Seni görmek inan beni mutlu etmiyor. Ama yapacak işlerimiz var."
Yüzüğü boynuma yeniden astıktan sonra sinirlerimi bozan bu adamın yanından geçerek yürümeye başladım. Ardımda bir süre durduktan sonra peşimden ağır adımlarla gelmeye başladı.
"Peşimden gelmeyi kes."
Yüzüne bile bakmadan, umursamaz bir tavırla söylemiştim. Yine de o tüm kararlılığıyla arkamdan geliyordu.
"Çok fazla göz önünde olmamanı tavsiye ederim."
Dişlerimi sıkarak arkamı döndüğümde o da durmuştu. Gece siyahı gözleriyle gözlerimiz buluştuğunda kendimi toparlayarak homurdandım.
"Şimdi de hayatıma mı karışıyorsun?"
Elleri, siyah pantolonunun ceplerinde öylece duruyordu. Kaslarının olduğunu şimdi daha net görüyordum.
Kafasını yana çevirip, aldığı nefesi geri bıraktı. Sonra tekrar bana dönüp fısıldadı.
"Bunu senin için değil, kendim için yapıyorum. Yüzük olmasa sana ne olduğu umurumda bile değil."
Öfkeyle ona doğru birkaç adım atıp, aramızdaki mesafeyi azalttım. Karşısında dimdik durup soludum.
"Yüzüğü benden alıp, diğer yüzüğü neden sen aramıyorsun öyleyse? Hem birbirimize mecburiyetimiz de olmaz ve ben senin şu gereksiz özgüvenine katlanmak zorunda da kalmam."
Eli yavaşça boynuma kaydığında, yüzüğe dokundu. İstemsizce temastan dolayı huylanmış ve kendimi geri çekmiştim. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Eli yüzükte gezinirken, bana doğru eğildi ve sıcak nefesi suratımda dalgalandı.
"Yüzük ve mirasçısı arasındaki güç benim erişemeyeceğim bir şey. İşte bu yüzden bir süre birbirimize katlanmak zorundayız."
Geri çekildiğinde, kendimi toparlamaya çalışarak büyük bir eminlikle konuştum. "Umarım bir an önce biter." Ve kaldığım yerden devam ettim. "Çünkü ben sizin gibi karanlık birisi değilim."
Dean alayla karşımda sırıtırken, gözleri bunun tam tersi bakıyordu. Yanımdan geçip giderken mırıldandı. "Bunu göreceğiz." Ne söylediğine çok anlam veremesem de üzerinde pek durmadım. Söylediği şeylerin benim için önemi yoktu ve onu ciddiye almıyordum. Tek yapmam gereken bu yüzüğü bulup, bu adamdan kurtulmaktı.
Benden hızla uzaklaştığında çıkışa doğru gidiyordu. Peşinden koşarak ona yetişmeye çalışıyordum. Müzede sakince etrafı gezen insanlar, dönüp bana bakıyor ve hatta bazıları söyleniyordu. Görmezden gelerek çıkış kapısına yetiştiğimde Dean gitmişti. Ne yapılması gerekiyorsa yapmaya hazırdım ama o gitmişti.
Kendi kendime söyleniyor, aynı zamanda caddede yürüyordum. Hem karşıma dikiliyor hem de öylece gidiyordu. Yolda boş boş etrafa bakınıp yürürken bir anda önümde bir motor belirdi. Hızla gelmiş ve önüme kırmıştı. Anlık refleksle geri çekilirken, kaskın ardında ki yüzü görmem saniyeler sürmüştü. Dean, bana da siyah bir kask uzatıp konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÂSİVÂ
FantasyMelez, Mirasçı, Rüya Gezen ya da Karanlık Soyun Tek Vârisi... Tüm bunlar tek bir kişiye yüklenen birer sıfattı. Fakat onun için birer sıfat değil, bilmeden sürüklendiği bir savaşın anahtarıydı. O, hiç güvenmediği bir iblisle anlaşma yapacak kadar ç...