Ortamda oluşan kısa bir sessizlik kulaklarımda çınlarken olaya müdahale etmem gerektiğini düşünüyordum. Havada uçuşan kötü bakışlar, gerilen sinirler ve bu iki adamın ilan ettiği savaş beni iyice çıkmaza sokmuştu.
Brendon'un elinden sweati çekip alırken tüm sessizliği bozmuştum.
"Brendon lütfen yanlış anlama."
Brendon, içeri doğru adımlarını atarken bakışları Dean'daydı. Geri çekilirken Amy ile göz göze geldim ve olaylar karşısında yüzüne yerleştirdiği anlamsız bakışların radarına yakalandım. Bana başını sallıyor ve dudaklarını "neler oluyor?" der gibi hareket ettiriyordu.
Brendon, gözlerini Dean'dan ayırmadan bana yönelik konuşmaya başladı.
"Gece, bu adamın burada ne işi var?"
Bakışlarım Dean'ı bulduğunda boynundaki kasların gerildiğini ve çenesinin seğirdiğini gördüm. Olaya müdahale etmek için Brendon'un kolundan tutup, bedenini kendime doğru çevirdim.
"O benim hastam."
Bir an ağzımdan bu bahane çıkıvermişti. Pek yalan sayılmazdı üstelik. Söylediğim cümlenin gelebileceği noktayı düşünürken Dean'ın zehirli fısıltısı zihnimi esir almış ve yankılanıyordu.
"Hastam derken?"
Hem Brendon ile konuşup hem de içimden bu adama cevap vermek beni allak bullak etmişti.
"Cidden tek problem bu mu?"
Dean'ı görmezden gelerek tüm dikkatim karşımda neler olduğunu anlamaya çalışan Brendon'a kaydı. Dudaklarını araladığında, tek kaşı istemsizce havaya kalkmıştı.
"Hastansa neden hastanede değil de burada?"
"Başım belaya girdi ve sokak serserilerinden kurtardı beni. Ben de en yakın yer ev diyerek onu buraya getirdim. Başka sorusu olan yoksa herkes evine gidebilir mi?"
"Pekâlâ, öyle olsun. Görüşürüz sonra."
Brendon, son defa Dean'a bakarken, Dean ise arsızca salona ilerledi. Peşinden gidip, sweati kucağına fırlattım ve "sen de gidiyorsun." deyip kollarımı birbirine bağdaş yapıp tek ayağımı parkeye vurarak ritim tutturdum. Gözlerimi devirmiş ve bu adama dikmiştim. Sweati üzerine geçirirken ayağa kalktı ve yanımdan öylece geçerken mırıldandı.
"Tekrar görüşeceğiz melez."
Evden öylece çıkarken sonunda rahatlamış ve bir belayı daha defetmenin mutluluğunu yaşıyordum. Ta ki Amy yanıma gelip, elinde tuttuğu elmadan kocaman bir ısırık alıp, sırıtana kadar.Kendisini koltuğa atıp, bacaklarını uzatırken bakışları haylazca üzerimde geziniyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlıyordum ve bu hoşuma gitmemişti.
"İngiltere yaramış sana. Yalnız adam aşırı yakışıklı."
"Brendon'a söylediklerimi duydun. O sadece hayatımı kurtardı. Lütfen kapat bu konuyu."
"Ürkütücü bir tipi var. Ama insanı kendisine çekiyor. Korksan bile yine de yaklaşmak istiyorsun."
Amy'nin, Dean'a hayranlıkla bakmasından bunu anlamıştım. Ama Dean'ın aslında nasıl bir insan olduğunu bildiğim için hiçbir yönden bana cazip gelmiyordu.
Salondan çıkıp odama doğru ilerlerken, Amy'ye karşılık bağırdım.
"Ben duş alıp hastaneye gidiyorum."
Üstüm başım leş gibi olmuş ve içime kaçan kum taneleri beni huzursuz ediyordu. Kendimi duşa atıp, kapıyı kilitledim ve aynanın karşısından kendime baktım. Saçlarım birbirine girmiş, kıyafetlerim kirlenmiş ve en önemlisi ruhum darbe almıştı. Orada yaptığım şey Dean'a belli etmemeye çalışsam da beni ben olmaktan çıkarmıştı. Bunu aynaya yansıyan yüzden saklamam mümkün değildi.
İçimde alev alev fokurdayan bir güç, bariz bir şekilde beni yönetmiş hatta kötülüğünü benimle kamufle etmişti. O adamlardan kurtulmanın başka bir yolu olabilirdi belki de. Belki de herkes hak ettiği hayatı yaşamalıydı. Peki bunu yaşatacak olan ben miydim yoksa kader mi? Ya da kader bendim. Ben daha doğmadan birileri tarafından seçilmiş sözde özel biriydim. Ama başıma kötü işler açmaktan başka hiçbir halta yaramamıştı bu lanet durum.
Ben, şeytanla saf tutmuş ve onun günahlarına ortak olmuştum. Artık, çoktan kirlenmiş bir masumiyetin ve ruhumu çoktan ele geçirmiş bir büyünün tutsağıydım. Benim kaderimde bundan öteye gitmek yoktu. Her ne kadar gökyüzü tüm maviliğiyle bana kucak açsa da ben cehenneme aittim ve oradan kaçmak kolay olmayacaktı. Hele ki yavaş yavaş ait olduğum cehennem beni bir şeytana dönüştürüyorsa.
Üzerimdekilerden kurtulup kirli sepetine atarken ben de duşakabine attım kendimi. Ilık su ayarına getirip, temiz suyun bedenimden akıp gitmesine müsaade ettim.
Gözlerimi kapattığımda zihnimde yeniden hayata dönen anılar boy gösteriyordu. Çölde yaşadıklarımız, içime doğan güç, o adamların yok olması ve Dean... Hepsi ruhuma zincirlenmiş ve kurtulması imkânsız olan birer kâbus gibiydi. Üzerimdeki kum taneleri yere düşüp, su ile beraber akıp giderken tek bir şeyi düşündüm. Bu savaş nasıl sonlanacaktı? Şeytanın hazırladığı bir sofraya oturup, onunla anlaşma sağladıysam bunun sonunun ateşe düşmekten farksız olduğunu bilmem gerekiyordu.
Duştan çıkıp, odama doğru ilerlediğimde Amy'nin televizyon izlediğini anlamıştım. Hem izliyor hem de kahkahalar atıyordu. Görmezden gelip kendimi odama attım ve üzerime kıyafetlerimi giyindim. Nemlendirici kremimi sürdükten sonra saçlarımı havludan kurtarıp kurutmaya başladım. En son tepeden salaş bir topuz yapıp, yağmurluğumu giyindim ve Amy'ye haber verip evden ayrıldım.
Dışarısı karanlık ve yağmurluydu. Yağmurluğumun şapkasını kafama geçirdikten sonra caddede bir süre taksi bekledim. Ellerim ceplerimde taksiyi beklerken bir ürperti hissettim ensemde. Yavaş yavaş arkamı döndüğümde kimse olmadığını fark etmemle derin bir nefes aldım. Taksinin gelmesiyle binip, buradan uzaklaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÂSİVÂ
FantasiaMelez, Mirasçı, Rüya Gezen ya da Karanlık Soyun Tek Vârisi... Tüm bunlar tek bir kişiye yüklenen birer sıfattı. Fakat onun için birer sıfat değil, bilmeden sürüklendiği bir savaşın anahtarıydı. O, hiç güvenmediği bir iblisle anlaşma yapacak kadar ç...