Umut, bir gün giyotinde kellesi uçurulan, diğer gün ateşe verilip yakılan küçük bir kız çocuğu...
Yaşamasına izin verilmiyor, o yüzden gri işte bu topraklar...Gri Topraklar
Umut, nefretten güçlü tek duyguydu. Nefret etmek çok kolay iken umut etmek inanılmaz zordur. Ben ise kalbimdeki o hardal tanesi kadar olan umuda 17 sene tutunmuştum. Kalbime nefret, öfke, intikam, hırs gibi karanlık duyguları asla sokmamıştım. Şimdi 17 sonra bana gelen umudum kalbimde ki bu duyguları tetikliyordu. Kalbimde hiç yer almamış, hiç hissetmediğim duygular bedenimi sarıyordu.
Duyduğum silah sesinden sonra üstüme baktığımda sarı olan elbisemin yarısı kan olmuştu. Sadece elbisem değil, kollarım, yüzüm, saçım her yer kıpkırmızıydı. Rauf beni öldürmek istemişti ama son anda korumaların biri önüme atladığı için o koruma vurulmuştu. Vurulmasıyla ayağımın dibine düşmesi sanırım üç saniye falandı. Zaten teklifin şokundayken bunu da yaşayınca büyük bir boşluğa düşmüştüm. Hayır düşmedim aslında, düşmeye devam ediyordum yani hala en dibi görmemiştim. Gözlerimi kırpıp açtığımda gözlerimden yaş düşmüştü.
Korumanın vurulmasıyla ortalıkta kopan tüm sesleri boğuk duyuyordum. Ergene'nin anlık olarak beni bırakıp etrafa bağırması, birilerinin Rauf'un peşinden koşması, Alya'nın çığlıkları... Sesler netleşmeye başladığında hala hareket edemiyordum. Ergene'nin kolumu tutup hafifçe sarsmasıyla sadece ona dönebilmiştim. Ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu. Yavaşça sahneden inip babamın yanına gittim ve gözlerinin içine bakmıştım. Sinirli ve gergin duruyordu, hemen ceketini omuzlarıma bırakıp elini sırtıma koymuştu, dışarı çıkıyorduk. Arkamdan gelen seslerin hiçbirini duyamıyordum, duysam da algılayamıyordum.
Arabaya bindiğimizde sadece babam ve ben vardık. Eve gidene kadar konuşmadık, eve gelince de ben direk odama çıktığımda herkes peşimden geliyordu. Kapıyı açıp odama girdim ve herkesin suratına kapıyı kapattım. Yavaşça yatağa oturdum ve günlüğümü çıkarıp olan her şeyin akmasına izin verdim.
Günlüğümü kapattığımda daha da rahatlamıştım. Hala elbise, takılar, ayakkabılarımı bile çıkartmamıştım. Hemen banyoya gidip küveti soğuk suyla doldurdum. Ayakkabıları ve takıları çıkardım, elbisenin arka kısmını açıp kendimi direk suya bıraktım. Vücudum hala olayın şokundaydı ve sıcaktı, başım da ağrımaya başlayınca kafamı da direk suyun altına bıraktım. Soğuk su iyi gelmişti ve kaslarım açılmıştı. Kapımı birinin yumruklaması sonucunda telefonuma baktım. Yamaca iyiyim yazıp telefonu kenara koydum. Saçımı şampuanlayıp, derim soyulana kadar kendimi keseledim. Duştan çıkıp kazak ve eşofman giydim.
Odadan çıkıp mutfağa inerken ortalıkta kimse yoktu. Mutfaktan ise ağlama sesleri geliyordu, içeri girdiğimde annem ve Sevgi Hanım ağlıyordu. Beni fark ettiklerinde annem hemen elini yüzünü sildi.
"Kızım nasılsın, nasıl hissediyorsun kendini?" benden çok sanırım onun iyi olması lazımdı. Yaşanan bana ne kadar fazlaysa onun içinde öyleydi.
"İyiyim anne sen nasılsın? Sevgi Hanım bende kahve alabilir miyim?" dediğimde hemen annemin yanına gidip arkasından sarıldım ve yanağından öptüm. Sanırım bu kadar kolay atlatabileceğimi düşünmüyordu.
"Derin kızım gerçekten iyi misin?" dediğinde sarılmayı bırakıp yanına oturmuştum. Önüme gelen kahveye bakıyordum. Bir yudum alıp konuşmaya başladım.
"Anne gerçekten iyiyim. Kimse öyle bir şey beklemezdi. Gerçi bu gece olan her şey garipti ama neyse. Hem her şey geçer bak bu da geçti. Baktık hiçbir şey istediğimiz gibi olmuyor dua eder yatarız, hiçbir şey olmasa da sabah olur" tebessüm edip sandalye den kalktım ve bir şey demesine izin vermeden yanağından öpüp odama doğru çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAM SAVAŞI
General FictionHayatımın yönü benden bağımsız gidiyordu. Akıp gidiyordu ellerimden hayatım ama asla tutamıyordum. Peki tutmak istiyor muydum? Bunun cevabını iyi ya da kötü olarak değerlendirirsek buna bile verecek cevabım yoktu. Hayat, kader, karma adına her ne de...