"Alo, neredesin Asena? İçeride seni belledik, gelmedin, iyi misin?" diye soruyor Burcu endişeyle.
"Evet, iyiyim Burcu. Biraz önce karnım ağrıdı" diye yalan söylüyorum evimin kapısından içeri girerken.
İçeride kimsecikler yok. Annemler işte olmalı. Rahat bir nefes alıyorum. Umarım kimse okuldan benim yokluğumla ilgili bir telefon almaz. Bunu düşünmek bile beni endişelendiriyor.
"Ama... şey, son olarak, Cengiz'i yakalamaya gittiğinde neler olduğunu anlatmak ister misin?" diye soruyor Burcu merakla.
Cengiz'in sert sözleri kafamın içinde yankılanıyor: "Hayır, benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun." Kalbim sıkışıyor, Burcu'ya yalan söylüyorum.
"Hayır, yakalayamadım. Ona daha fazla yaklaşamayacağım kadar uzaklaştı."
"Boş ver, Cengiz beş para etmez," diyor Burcu kararlı bir şekilde.
"Ama Burcu..." Bir sessizlik çöküyor aramıza.
Öğretmenin sesi dersin başladığını duyuruyordu. "Neyse Asena, ben gideyim artık. İyi dinlen. Seni kontrol etmek için mesaj atacağım," diyor sonunda. Burcu'yla vedalaşıp telefonu kapatıyorum.
Yukarı çıktım, yatağıma uzandım ve tavana baktım. Nerede yanlış yaptım ben? Artık hiçbir şey anlamıyorum, hayatımın anlamını da. Bir gün içinde hayatım cehenneme döndü. Bu sabahki karışıklıktan Cengiz'in kafeteryadaki varlığına kadar kendimi nereye koyacağımı bilemiyorum. Kalbim ağrıyor, sadece yok olmak istiyorum. Bunu hak edecek ne yaptım? Boğazımdan bir hıçkırık kaçıyor. Gürültüyü bastırmak için elimi ağzıma götürüyorum ama ne anlamı var ki? Evde kimse yok.
Ayağa kalkıp yatağımın altına bakıyorum. Metal kutuyu elime alıp açıyorum ve Cengiz'in çocukken bana verdiği mendili çıkarıyorum. Onu kendime yakın tutuyorum ve tüm hıçkırıklarımı, tüm üzüntümü serbest bırakıyorum. Gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı yuvarlanırken bir duygu dalgasıyla boğulduğumu hissediyorum.
Mendili göğsüme bastırarak yatağıma geri düşüyorum. Beni bunaltan tüm duygulardan yoruldum, sonunda yorgunluk ve kederle uyuyakalıyorum.
Birden kulakları sağır eden bir ses beni uykumdan uyandırıyor. Ön kapı şiddetle çarptı. Aniden doğrulduğumda kalbim hızla çarpıyor, korku beni olduğum yerde donduruyor. Kim olabilir? Umarım annem değildir.
Ayak sesleri merdivenlerden çıkmaya devam ediyor, daha hızlı ve daha hızlı, evin baskıcı sessizliğinde yankılanıyor. Nefesimi kontrol etmeye çalışırken nabzım hızlanıyor ama korku beni ele geçiriyor.
Birden yatak odamın kapısı açıldı ve çerçevenin içinde karanlık bir figür belirdi. Nefesimi tutarken kalbim hızla çarpıyor, orada duranın kim olduğunu anlayamıyordum.
Karanlık figürün annem olduğu ortaya çıktı, yüzü öfkeyle gerilmişti. Tek kelime etmeden bana doğru ilerledi, saçlarımdan sıkıca tuttu ve beni kabaca yatağa çekti.
"Nerelerdeydin? Bugün neden okula gitmedin?" diye sitemle bağırıyor, gözleri parlıyor.
Hazırlıksız yakalandım, beni saran korkuya rağmen cevap vermek için cesaretimi topluyorum.
"Anne, ben... ben bu sabah kendimi iyi hissetmiyordum. Midem ağrıyordu, bu yüzden evde kalmaya karar verdim," diye kekeledim, hıçkırıklarımı tutmaya çalışarak.
Annem bana ters ters baktı, sonra tek kelime etmeden elini kaldırdı ve yanağıma sert bir tokat attı. Acı beni boğuyor ve gözyaşlarım yüzümden serbestçe akıyor.
"Bana yalan söylemeye nasıl cüret edersin! Sen benim için bir utanç kaynağısın, bir tembelsin! Sana hayat verdim ve sen bana böyle mi teşekkür ediyorsun?" diye bağırdı, sözleri öfke doluydu.
Darbelerinin şiddeti ve acımasız sözleri karşısında şok içinde donup kaldım. Karşılık veremeyerek başımı öne eğdim ve onun yıkıcı öfkesine sessizce katlandım.
Annem odadan çıkmadan önce bana tiksinti dolu son bir bakış attı ve beni fiziksel ve duygusal acı içinde yalnız bıraktı. Yatağıma kıvrılıp sessizce ağladım, beni sevmesi gereken kadının zalimliği karşısında kendimi tamamen güçsüz hissediyordum.
Ertesi sabah yatakta uyandığımda yüzüm hala bir gece önceki darbelerden dolayı ağrıyordu. Fiziksel acı, içimi kemiren duygusal acının bir yankısı ama başka bir günle yüzleşmem gerektiğini biliyorum.
Yavaşça ayağa kalktım ve tekrar akmak üzere olan gözyaşlarımı bastırmak için elimden geleni yaptım. Yıkanıp giyindikten sonra aşağıya, annemin çoktan oturmuş, yüzünde sert bir ifadeyle kahvesini yudumladığı mutfağa indim.
Bana soğuk bir bakış attı ama hiçbir şey söylemedi. Sessiz bir sitemle dolu bakışlarını üzerimde hissedebiliyorum. Gözlerimi indiriyorum, sessizce gerilimin daha fazla yükselmemesi için dua ediyorum.
Aramızdaki sessizlik bunaltıcı, o her bu haldeyken beni istila eden donuk korkuyla dolu. Bu atmosferden nefret ediyorum ama sessizliği bozamayacak kadar da korkuyorum. Sonunda annem aniden masadan kalkıyor, ifadesi taş gibi sert.
"Yolda oyalanma. Okulda zaten yeterince sorunun var," diye tükürüyor ve arkasına bile bakmadan odadan çıkıyor.
Orada tek başıma duruyorum, kalbim üzüntü ve umutsuzlukla ağırlaşıyor. Ama her şeye rağmen içimde bir umut ışığı yanıyor. Annemin incitici sözlerinden ve imalı tehditlerinden daha güçlü olduğumu biliyorum.
Annem gittikten sonra bir an donakaldım, hala onun iğneleyici sözlerinin şokunu hissediyordum. Sonra kendimi toparladım, onun kötülüğünün beni daha fazla mahvetmesine izin vermemeye kararlıydım.
Tekrar akmakla tehdit eden gözyaşlarımla savaşarak banyoya doğru ilerliyorum. Aynanın karşısında, yanağımda önceki gecenin şiddetine tanıklık eden kızarıklığın hâlâ parlak olduğunu görebiliyorum. Dikkatli bir şekilde biraz fondöten aldım ve başkalarının fark etmeyeceğini umarak izi kamufle etmeye çalıştım.
Makyajımı yaptıktan sonra aynadaki yansımama gülümsemeye zorluyorum kendimi ama bana bakan hüzünlü gözler içimdeki sıkıntıyı ele veriyor. Bunun sadece geçici bir çözüm olduğunu biliyorum ama şimdilik saygınlığımı korumak için yapabileceğim tek şey bu.
Banyodan çıkıyorum, yüzümde normallik maskesiyle günle yüzleşmeye hazırım ama içten içe biliyorum ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bakma Bana Öyle
Teen FictionYedi yıl önce, bir kış sabahı, varlıklı bir aileden gelen Asena'nın yolu sokaklarda yaşayan genç bir erkek olan Cengiz ile kesişir. Aralarında Asena'nın ziyaretleriyle örülü samimi bir dostluk gelişir. Ancak bir gün Cengiz hiçbir iz bırakmadan ortad...