-Şimdi oyun vaktiydi. Bu oyun ikiyüzlülerin oyunu olacaktı. Kimseye lüzum yoktu, yalnızca ikinciler barınabilirdi.
Asırlar önce Omfoes'tan kaçmayı başaran Stanlia; fani dünyanın tapılan ruhu haline gelmiş, halk tarafından büyütüldükçe tanrılaşmış...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BRASLUN KRALLIĞININ İKİNCİ VARİSİ
_________________________________________________
Anlık gelişen her olay, adım adım zihnime yerleşen anılar kılcal damarlarımda yankı yapmaya başlamıştı. Küçükken dizimi yaraladığımda pansumanı öğrendiğim gibi öğretilmişti bahsettikleri Omfoes'un vahşiliği. Kanatlı dört ayaklılar, insan bedenindeki kayıp ruhlu hayvanlar...
Tüm bunlar olağan dışıydı. Geceden hallice bakışlarım aynada aksini oluşturmuştu. Çiğnenen bir benliğim, onarılması gereken geçmişe düğümlenmiş bir zihnim vardı. Şimdiye kadar zedelenmesi gereken ip zayıflayacağına daha da sağlamlaşmıştı.
Yüzüm çiziklerle doluydu. Arnsan ile olan mücadelede hasar almama izin vermemişti. Ynesra da beni sağ salim getirmişti ancak kırılan kılıçtan ayrılan parçalar ve yüzümü çizen çalılar yüzünden dokunduğumda sızlayan kesiklere sahip olmuştum. Biraz önce yatağımda uyanmıştım. Gözlerim açıldığında yoğunlaşan baş ağrısı yerini yeniden sol şakağımda ediniyordu.
Uyanmamı beklediğinden yanımdaki sandalyede oturan Shortur ile karşılaşmış, kasılan yüzümü gördüğünde bir bitki çayı yapmış ve elime vermişti. Tadı kötü olduğundan içmek istemesem de bu sonu görünmeyen ağrıdan kurtulmak için hepsini bitirmiştim. Shortur banyo yapmamı ve dinlenmemi söyleyip odadan ayrılmıştı.
Aynanın karşısından ayrılıp banyonun köşesinde bulunan küvetin yanına ilerledim. Açık musluğu kapattım. Belimdeki korseyi arkasındaki iplerden tutup çıkardım. Yere düşen hançeri lavabonun içine koyup elbiseyi tamamen üzerimden çıkardım ve küvete girdim.
Sıcak suya bulaşan çamur renkleri ve kan lekeleri ile birlikte başımı tamamen küvete soktum. Birkaç dakika kadar nefesimi tutabilirdim. Kelimeler beynimin derinliklerine sinsice yerleştirilmiş sonu olmayan bir kuyuya aitti. Onları seçebilmek şu durumdaki sıradan bir insan için oldukça sıkıntılı, aşılması zor engellerdi.
Şu anda tüm bunları zihnimin en derinlerinden bile silip evrenden yok etmek istedim. Olağanüstü özellikler istemiyordum. Uçmak, kaçmak ve akıl okumak isteklerimin çok ötesinde, dokunulmazlardı. Bu dünyayı ve bana anlattıklarının gerçek olmasını istemiyordum, şayet ben Framdev'de lanetim ile mutluydum.
Atılan yan bakışlar huzur veriyordu. İfadesiz somurtkan yüzler içimi rahatlatıyordu. Tüm bunlar çok normaldi evet, ancak benimle tanışmak isteyen yabanileri istemiyordum. Gökyüzünü izleyebiliyor, koşabiliyordum ben Framdev'de. Yeterince özgürdüm.
Ben lanetimle mutlu, lanetim ile güçlüydüm.
Elimden lanetimi almayı çabalayanlar, benimle konuşmak hatta zaman geçirmek isteyen insanlara kapalıydım. İşte beni anlatan cümle de buydu: Ben kapalı bir kutudan farksızım. Hep farksızdım. İnsanların göreceklerinden ve görebileceklerinden biri değildim. Adımı bilen üç- beş hizmetkardan fazlası değilken dahasına gerek olduğunu düşünmüyordum.