4. BÖLÜM •tutmayan dikiş•

7.6K 829 205
                                    

Keyifli okumalar dilerim, yorumlarınız ve oylarınızı bekliyorum

Keyifli okumalar dilerim, yorumlarınız ve oylarınızı bekliyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

•Pera Zehir



Bir gün hapsolduğum o klinikten kurtulduğunda neler yapacağıma dair kurduğum planlarıma ne zaman son vermiştim? Ne zaman kendimden vazgeçip bana dayattıkları tüm o şeyleri kabul etmiştim? Kendim için çabalamayı hangi noktada bırakmıştım? Ben oradan bir daha çıkmayacağıma nasıl inandırılmıştım?

Tüm bu sorular, Ukrayna'nın karanlık ve soğuk sokaklarında başıboş bir şekilde yürürken beynimin içinde dönüp duruyordu. Ben onların istediklerini onlara ne zaman vermiş ve geriye benliğimden ufacık bir kırıntı dahi bırakmamıştım? Çünkü herhangi bir planım yoktu. Oradan nihayet kurtulmuştum ama yürümekten başka ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum. Özgür olmak istiyordum ama özgürlüğün ne olduğunu bile hatırlamıyordum. Ya da nasıl erişeceğimi...

Tutmayan bir dikiş gibi yer edinmeyi bir türlü becerememiştim. Yirmi üç yaşındaydım ama nasıl hayatta kalacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Ama zar zor da olsa hatırladığım birkaç anım hala benimleydi. Bir zamanlar üniversiteyi kazanmış ve ailesi tarafından sevilen bir kızdım. Fakat ipin ucunu bir yerde kaçırmıştım ve sonrası yok olmuştu. O ipi bir daha bulamamıştım. Asıl soru ipi ben mi kaçırmıştım yoksa elimden bilerek mi alınmıştı? Asıl bilmem gereken buydu işte. Bunu çözersem devamı da çorap söküğü gibi gelirdi.

Soğuktan uyuşan bedenimle kaçtığım noktaya geri döndüğümde yangından geriye bir harabe kalmıştı. Bomboş gözlerle beni özgürlüğümden alıkoyan o kliniğe baktım. Her şeyin yasal olduğu bir klinikti, fakat ruhumu benden almışlardı. Ve ben tam bu noktada kendim için çabalamayı bırakıyordum. Ruhumun katili olan yere geri dönerek yapıyordum bunu.

Herhangi birinden yardım istemek yerine beni bu hale getiren insanların yanına geri dönmüştüm çünkü. Başka seçeneğimin olmadığını biliyordum. Bilmediğim bir ülkede ayakkabılarım bile olmadan ne yapacaktım ki hem? Nereye gidecektim? Nasıl hayatta kalacaktım? Tek kuruş param yoktu. Hem... hem belki ailem olanları duymuş ve beni buradan almaya gelmişlerdir. Tüm bahanelerimin arasında bana en çok güç veren bu düşünceye tutunmayı her şeyden çok istesem de başaramadım. İçim o kadar boştu ki ailemin varlığı bile o boşluğu kapatmıyordu. Onlar bile dolduramıyordu o kara deliğe dönen göğsümün ortasındaki boşluğu. Benden geriye kalanlar bana öyle yabancıydı ki...

Ben Gece Karasu, kendimi bile tanımayı beceremiyordum. Üç beş satır anca yazdığım defterimdeki cümle yanlıştı, kendime bile güvenemezdim. Buraya gelmeye karar verdiğim andan itibaren bunu yapamazdım. En büyük ihaneti tam şu anda ben, kendime yapıyordum.

Soğuktan hissedemediğim ayaklarımla ağır ağır kliniğe doğru yürüdüm. Yenik bir savaşın mağlubiyetini taşıyan omuzlarım çökmüş, kabullenilmiş bir çaresizliğin içindeydim. Tam o sırada sokak başında beliren bir arabanın uzun farları anlık bir körlük yaşamama neden oldu. Kıstığım gözlerimi beyaz ışıktan korumak için kolumla kapatırken dişlerim birbirine çarpıyordu. Araba o kadar yakınıma gelmişti ki kaçmayı bile düşünemedim. Titreyen bedenimle orada dururken araba tam önümde durdu. Ne yapacağımı bilmiyordum ama korkmuyordum bile. Uyuşan zihnim yüzünden öylece durmuş kaderime razı oluyordum. Oysa mücadeleci bir kızdım, bir zamanlar...

BİR AVUÇ GÜNEŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin