"hoseok. hoseok kalkasana ulan eve gideceğiz." defalarca kez, ısrarla omzumdan dürtülmemle kafamı sıradan kaldırıp uykudan önümü dahi göremediğim gözlerimi ovladım.
"bitti mi ders?" diye sordum uyku sersemliğiyle.
"yok bitmedi, öyle keyfimiz istedi diye çıkıp gideceğiz. ya bir kalk Allah aşkına ya." jungkook'un sinirli sinirli konuşmasıyla onun da yeni uykudan uyandığını anlamıştım. zaten matematik dersi tüm sınıfın toplu uyku saatiydi.
hemen yanımdaki siyah sırt çantamı elime alarak ayağa kalktım. eşyalarımı toplamama gerek yoktu çünkü eşyalarım yoktu. sadece yalandan taşıdığım bir defter vardı. onun dışında kalem silgi dahil hiçbir şey yoktu. zaten ihtiyacım da yoktu. on ikinci sınıf olduğumuz için genelde bizi salıyorlardı ya da seslerini çıkarmıyorlardı.
"bu gece geliyor musun?" diye sordu minhyun okulun boşalmış koridorlarında yürürken başını telefonundan kaldırmadan.
"nereye?" dağılmış kızıl saçlarımı daha çok dağıtarak boynumdaki zaten gevşek kravatı tamamen çözdüm ve kırışık gömleğimin kollarını katladım. dağınık görünüyordum.
"annemler memlekete gidiyor. bu gece bizde toplanacağız. bir şeyler içeriz." dedi hafif hınzır, imalı sesle.
"gelirim de jihoon piçi gelmesin. geçen sefer az daha zehirliyordu bizi." dediğimde jungkook ve minhyun hayvanlar gibi gülmüşlerdi.
"çağırdım bile. salak falan ama eğlenceli." göz devirerek ensesine şaplağı yapıştırdım. o çocuk bir gün başımıza iş açacaktı.
"ne yaparsanız yapın ya, komaya girin de görün gününüzü." jihoon fena içiciydi. adını dahi bilmediği içkileri götünden çıkarıp karıştırıp içiyordu. onun içtiği şeyleri köpekler bile midesine hakaret sayıp içmezdi.
"az daha abart. hiç bir şey olmaz." dedi jungkook gülerek. yürümeye devam ederken omuz silktim. beni dinlemeyeceklerdi zaten, uğraşmaya değmezdi.
"ne oluyor lan orada?" dedi jungo biraz ilerideki kalabalığı işaret ederek.
"jackson ve yoongi herhalde yine." minhyun umursamaz sesle konuştuğunda kaşlarımı çattım.
bu artık mahallede çok alışılmış bir durumdu. jungkook'un söylediğine göre jackson ve yoongi daha çocukluktan beri birbirine düşmanmış ve neredeyse ayda bir kez bütün mahalleyi birbirine katarlarmış. bense buna ilk kez şahit oluyordum.
kavgayı izlerken yüzümü buruştumadan edememiştim. kavga değildi bu amına koyayım, savaşıyorlardı. sıfır acımayla öldürürcesine dövüşüyordu kalabalık iki grup.
kalabalık arasında ufak ve yamuk yumuk hareket eden bedeniyle yoongi'yi hemen ayrıt edebilmiştim. tek odağı jackson'du.
"ayırmayacak mıyız kavgayı, öldürecekler birbirlerini." dedim kıstığım gözlerle. benim canım acıyordu anasını satayım.
"oldu zaten canımı pazardan beş liraya aldım ben." dedi jungo alaylı korkak sesle.
doğru söylüyordu. kavgaya karıştığım an parçalarım asyanın ülkelerinden teker teker toplanırdı.
"bu sefer daha farklı kavga ediyorlar." uzaktaki esnaf amcaların konuşmasını duyduğumda kulağımı onlara verdim.
"sebebi başka bir şey, herhalde kız meselesi. yoongi'yi zor tutuyorduk. gerçi tutamadık." yaşlı dayı kahkaha attığında oradan alabileceğim max verimi aldığımı anlayıp tekrar kavgaya odaklandım.
"orospu çocuğu! benim olana nasıl bakarsın lan sen?!" diye bağırıyordu yoongi hırsla jackson'un suratını yumruklarken. kendisi de fena dayak yemişti. yüzü mosmordu gerçi normalde de mordu ama..
"öyle bir baktım ki.. 'seninki' gözlerini benden alamadı ." jackson'un verdiği cevapla düşen çenemi elimle kapattım. sokmuştu.
"amına kodumun orospusu!" yoongi çocuğun üstüne çıkıp öldürürcesine vurmaya başladığında endişelenmeye başlamıştım. öldürecekti ve kimse korktuğu için karışamıyordu.
bir şey yapmam gerekiyordu.
tamam yoongi'den gram haz etmiyordum, jackson ise pek sikimde değildi ama biri ölecekti biri belki hapse girecekti. işler kızışmadan biri bir şey yapmalıydı ve o kişi görünüşe göre bendim.
saksıyı çalıştırmaya çalıştım. kavgaya karışırsam anamı sikerlerdi başka bir şey..
gözüm yerdeki taşa takıldı.
kararsızlıkla elime aldım. ellerim titriyordu. yanımdaki sanki film izler gibi heyecanlı duran arkadaşlarıma bakarak fısıldadım. "üç dediğimde topuklarınızı götünüze vura vura kaçın."
anlamaz bakışlarla bana döndüler, "neden- lan ne yapıyorsun kodumun delisi?!"
elimdeki taşı bir kaç kere ileri geri salladım. "bir, iki ve.. üç!"
taşı hedef aldığım noktaya fırlatıp arkama bakmadan koşmaya başladım. kafasına gelmişti... kahverengi taşın rengi en az saçım kadar kırmızı olmuştu...
koşarken kulağıma küfürler eşliğinde atılan bir çığlık dolduğunda adrenalin her yerimi titretmişti.
boku yemiştim.
"ananı sikeyim senin hoseok!" suç mahalinden epey uzaklaştıktan sonra nefes nefese bir sokak arasında durmuştuk.
nefes bir türlü ciğerlerime ulaşamıyordu sanki. öksürerek kolumu dizime yasladım. diğer iki arkadaşımın benden bir farkı yoktu.
susuz kalmış sokak köpekleri gibi dilimiz dışarda nefes alıyorduk.
"bittin oğlum sen." dedi minhyun başını sallayarak. gözlerindeki acımayı gördüğümde yutkundum.
"bittim ben..."
______
merhabaa
keko yunkimin diye ölmüşüm