"ya saçmalama minhyun ya ronaldo'nun sol ayağı büyüktür messi." dedi jungkook kontrol edemediği yüksek sesiyle.
"abi senin salaklık doğuştan mı yoksa sonradan nakil mi ettiler? tanıştığımız gün ronaldo'cu olduğunu niye söylemedin? ikinci defa suratına bakmazdım yeminle." minhyun her zamanki gibi drama queenliğini konuşturuyordu.
ucuz tuzlu krakeri kemirerek beyaz tvnin sabah kuşağında çıkan programı izler gibi ikisini izliyordum. izleye izleye kavgaları sarmaya başlamıştı aslında. fena değillerdi.
"ya bi' git allah aşkına, ben çok meraklıyım sanki sana." sinirli tavırla kollarını birbirine bağladı jungkook.
"baya meraklısın tabii, ekran fotoğrafın bile benim." minhyun özgüvenle sırıttığında krakerimi daha hızlı yemeye başlamıştım, en heyecanlı yeri gelmişti kavganın.
"sanki sen koymamışsın gibi konuşman ne kadar aptalca!" dedi tükürürcesine jungkook.
"evet. ben koydum ama sen de kaldırmadın." inatla çocuğun üstüne üstüne gidiyordu kodumun pezevengi. bunlarda da bir şeyler vardı ama..
"unutumuşum.." eli burnuna gitmişti jungkook'un, her yalan söylediğinde olduğu gibi.. ananı..
ağzım şaşkınlıkla açılırken okul binasından çıkan bedeni gördüğümde dikkatim dağılmıştı. krakerimi banka bırakarak minhyun'un ensesine bir tane yapıştırdım. "sataşma çocuğuma."
minhyun'un arkamdan küfrettiğini duysam da umursamadım ve suratı asık görünen bedenin yanına ilerledim. "selam!" dedim yanına gittiğimde gülümseyerek.
"sana da selam hoseok." dedi jihu yorgunlukla dudağını kıvırarak.
son bir haftadır elimden geldiğince yanında olmaya çalışıyordum. sürekli onunla konuşarak kafasını dağıtmasına yardım ediyordum. hatta sırasından kaldırarak yanıma bile oturtmuştum.
minhyun ve jungkook'un da dikkatini çekmişti ona olan yakınlığım. bazı şeyleri üstten biraz anlatmıştım onlara, ailesinin olmadığını ve depresyonda olduğunu biliyorlardı ama geri kalanları anlatmayı doğru bulmamıştım.
"ne oldu, suratın düşmüş gibi biraz. biri mi sataştı sana? sınıfta mı-" kıkırdayarak kolumdan tuttu.
"hemen endişelenme. az önce ingilizce dersinden proje ödevi aldım. onu düşünüyordum." rahat bir nefes vermiştim.
"ha ben de kötü bir şey oldu sandım." dediğimde omuz silkti.
"aslında bu da benim için kötü bir şey. ingilizce'nin i'sini bile bilmiyorum ve hoca çeviri kullanmanın yasak olduğunu söyledi." cidden çok endişeli görünüyordu.
şimdiye kadar gördüğüm bütün dersleri çok iyiydi. neredeyse her sınavda sınıftaki en yüksek notu alıyordu. ingilizceden bu kadar korkabileceğini düşünmezdim.
"istersen sana yardım edebilirim. ingilizcem fena değildir."
"gerçekten öyle mi?" parlak gözlerle baktığında 'tabii öyle' dercesine başımı salladım.
"sneijder var ya, onunla ingilizce sohbet etmişliğim bile var benim." dedim gururla. bu bilgiyi ömrümün sonuna kadar gördüğüm herkese pazarlama gibi bir planım vardı.
"wow çok havalı! gerçekten bana yardım edebilir misin?" dediğinde başını salladım.
"okuldan sonra buluşup birlikte yaparız." yüzü hafiften düşmüştü.