²⁰🦁²⁰

88 17 64
                                    

"hoseok."

omzumun dürtülmesiyle kafamı diğer yöne çevirip yastığıma bastırdım. ama omzumdaki baskı bir türlü durmuyordu. "hoseok, hadi uyan."

"siktir git, uyanmayacağım." dedim gözlerimi açmadan mırıltıyla.

"ne demek uyanmayacağım? çok acil, hadi." elini yanağıma koyup ufak ufak vurmaya başladığında elimi rastgele savurdum. jungkook'un acı dolu inlemesine bakılırsa yüzüne denk gelmişti. ama pek de üzülmemiştim sanki ya.

tekrar omzunu dürtmesiyle sinirle kafamı kaldırdım. "gitsene sabah sabah tepemden ya? hayır yani kimsin sen, kimsin? cumartesi uykumdan daha değerli misin amına koyduğum?"

ettiğim küfürlere aldırmadan gülümsemişti. dua etsindi ki tavşan gibi gülüyordu da kıyamıyordum.

"acil diyorum hoseok ne olur biraz erken uyansan?" sitemle konuştuğunda kaşlarımı çatıp pencereden dışarıyı işaret ettim.

"sence biraz mı erken? güneş bile doğduğuna inanmıyor şu an, gün aymışımsı gibi bir şey. kesinlikle aymış değil daha-" konuşurken aklıma takılan ufak bir soruyla duraksadım ve gözlerimi kıstım.

"sen nasıl girdin eve?"

sırıtarak elindeki anahtarı gözümün önünde sallandırdı. "min ji teyzem sağolsun."

"hırsız gibi habersiz mi girdin, inanamıyorum. " ellerimi yumruk yaparak gözlerimi ovuşturdum, gözlerimi açmakta bile zorlanıyordum.

"hırsız gibi değil, min ji teyzem acil durumlarda girebileyim diye verdi bu anahtarı. ayrıca onu bunu boşver ve kalk hazırlan, çıkacağız." sinirle gülerek saçlarımı çekiştirdim. delirecektim, azıcıktan daha az kalmıştı.

"ne yapacağız jungo bu saatte, kargalarla tavla mı atacağız?" göz devirerek ayağa kalktı ve elini uzattı.

"sus artık. konuşma ve hazırlan." elini tutarak ayağa kalktım. biraz yalpalasam da dengemi sağlamıştım.

"emredersin amına koyduğum." sinirle mırıldanıp lavobaya gittim ve elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. odama geri döndüğümde duvara asılı saate baktım, saat daha dokuz buçuktu. eğer jungkook gelmeseydi on birden önce hiçbir kuvvet beni uyandıramazdı.

sakin kalmaya çalışarak pijamalarımdan kurtulup artık klasikleşmiş hatta arkadaşlarımın acun ılıcalı'nın siyah tişörtüne benzetip hunharca dalga geçtiği galatasaray armalı tişörtümü -bugün siyah olanını seçmiştim- giyip altına mavi bol bir kot pantolon geçirdim.

"kalk, ben hazırım." dedim beni kaldırıp yatağıma uzanmış telefonla oynayan bedene homurtuyla. başını sallayıp ayağa kalktı ve önden yürümeye başladı.

"nereye?" elimi çıplak kollarıma sürterek ısıtmaya çalışmıştım dışarı çıktığımızda. sabahın köründe doğal olarak soğuktu hava.

"gidince görürsün." diyen jungkook'a döndüm. kesinlikle bu işte bir bokluk vardı, konuşurken asla bana bakmıyordu çünkü. yine de sesimi çıkarmadan yürümeye devam ettim. maalesef götüm donuyordu, uykum vardı, mutsuz ve yorgundum..

uzunca bir yol yürüdükten sonra mahalledeki eski parkın oraya geldiğimizde kaşlarımı çattım.

"ne oluyor burada?" dedim toplanmış kalabalığı görünce.

"hah geldiniz mi? helal jungo." kalabalığın arasındaki minhyun beni gördüğünde yanımıza geldi. elindeki sopayı gördüğümde aklıma doluşan ihtimallerle ağlayasım gelmişti.

love fouls, sope Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin