Göz kapaklarımı birbirinden ayrırmaya çalışarak bıkkınlıkla doğruldum. O kadar şişmişlerdi ki açmam için parmaklarımı kullanmam gerekmişti. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırıp yatağımın yanındaki komidinin üzerinde duran pembe aynamı alıp yüzüme tuttum. Sadece şişmekle kalmamış, morarmışlardı da.
Sebebinin dün geceki ağlamalarım ve saatler süren hayallerim olduğunu biliyordum. Ama kendimi rahatlatmanın tek yolu buyken yapabileceğim başka bir şey yoktu.
Bana kendi hayatımı unutturan şeyleri seviyordum. Hayal kurmayı sevmem ve orada kendi yarattığım bir kahramana aşık olmam da bu yüzdendi belki de. Her ne kadar insanlar yargılıyor ve hor görüyor olsalar da, kendimi aptal yerine koyarak mutlu olmaya çalışmak güzeldi bana göre. Çünkü çaresiz insanların yapması gerekendi salağa yatmak. Ve ben de çaresizdim.
Şimdi ise unutmam gereken bir evlilik vardı ortada. Dün gece eve geldikten sonra annemle konuşmuş, evliliğine hiçbir şekilde karışmayacağımı söylemiştim. Sıra da bu olayın üstünü kapatıp kendi yoluna bakmak vardı. Annem de öyle yapıyordu ya zaten. Beni ortadan kaldırıp kendi yoluna bakmaya uğraşıyordu.
Aynadaki kızları dahi kıskandıracak güzellikteki yüzüme bakmayı bırakıp yataktan kalktım. Banyoma girip güzel bir duş aldıktan sonra üzerimi giyip sırt çantama da bir kaç kıyafet koydum. Bu gece Soo'nun evinde geleneksel Hobbit üçlüsü buluşmamızı gerçekleştirecektik.
Odadan çıkmadan önce bir şey unuttuğumu fark edip geri döndüm. Çekmecemdeki ilaç kutusundan iki tane çıkarıp cebime attım. Annemin yine kontrol edeceğini biliyordum ve açıkçası onunla tekrar muhattap olup yapmacık konuşmalarını dinlemek istemiyordum.
Henüz annemin uyanmamasını fırsat bilip evden çıktım. Evden uzaklaştığıma emin olduğumda yolun kenarında durup cebimdeki hapları çöpe attım. Umarım kediler falan yiyip sonsuz uykuya yatmazlar.
Okula girmeden önce önceden hazırladığım siyah çerçeveli cam gözlüğü çıkarıp taktım. Göz altı torbalarımın böyle kamufle edebilirdim. Telefonumu çıkarıp nasıl göründüğüme baktım. Hala aynı tatlılıkta olduğumdan emin olup okula girdim. Dersin başlamasına az kalmıştı.
Gizlice bindiğim asansörden inip sınıfa girdim. Herkes kendi havasında takılıyordu. Kızlar daha ilk dersten arkada saç makyaj tazelemeye başlamışken bir grup erkek toplanmış karı kız muhabbeti yapıyordu. Bir kaç uyuyan kişinin dışında Chanyeol sırasında kitap okuyor, Sehun sırasına -yani sıramıza- oturmuş başını ovuyordu. Her zaman ki çatık kaşları aynıydı. Başı ağrıyor olmalıydı. Gözlerini kapatmış şakaklarını ovuyordu.
"Ah!"
Sırığın suratını incelerken sırtıma atlayan iki bedenle birlikte yere yığıldım. Üç Hobbit üst üste yere düştüğümüzde herkes bize bakmıştı. Sınıf bu halimize alışkın olduğu için çok sallamamış tekrar kendi haline dönmüştü. Üzerimdeki iki bedeni atıp yerden acıyla inleyerek kalkarken Sehun'un burayı izlediğini fark ettim. Soğuk bakışlarına rağmen dudağında alaycı bir gülüş vardı. Chanyeol de arka sıradan bizi izlerken ikisinin de kafasını birbirine tokuşturmak istedim o an. Ama önce ilgilenmem gerek başka kafalar vardı.
"Delirdiniz mi? Ne diye üzerime atlıyorsunuz?!"Yere düştüğümde yamulan gözlüğümü ve dağılan saçlarımı düzeltip çantamı elime aldım. Baekhyun ve Kyungsoo da tekrar ayağa kalkıp hiçbir şey olmamış gibi kollarıma girdiler.
"Önce sen hesap ver bambi, dünkü halin neydi öyle?"
"Aramalarımıza ve mesajlarımıza da cevap vermedin? Dostum bizden gizli ne bok yiyorsun? Yoksa Hobbit üçlüsünün yasalarını mı çiğniyorsun?"