"Geçmişin kaybını gelecek ile telafi etmek daima mümkündür."
-Fenelon
💣
Dönüş yolunda Volan'ı Gölge'nin sürmesini istedim. Maral'la veya anlattıklarıyla ilgili konuşmadım. Yaklaşık on beş dakika kadar oturduğum veranda da aklımı yiyip bitiren gerçekleri onlara anlatmadım. Dile döktüğüm anda yeniden yüzleşmek zorunda kalacaktım ve ikincisini kaldıramayacağımı biliyordum. Onlarda üzerime gelmeyip bana zaman vermeyi tercih ettiler ve bu yüzden onlara minnettardım.
Çember'e döndüğümüzde Demir bizi ormanın sonundaki kapının önünde bekliyordu. Onunla konuşmak istemediğimden yanından hızlıca geçip açık olduğu için bu defa atlamak zorunda kalmadığım kapıdan içeri girdim. "Bu tavrı takınması gereken ben değil miyim?" diye sordu peşime takılıp. Cevap vermedim. Cümle kurmak dünyanın en zor eylemi gibi geliyordu. Aynı yürümek ve nefes almak gibi...
"Bugünlük Güneş'e izin vermelisin bence." Dedi Asel kısık bir sesle ancak çok net duymuştum. Demir'in adımları yavaşladı. "Ne oldu?" diye sordu merakla. Onu daha da kısık bir sesle yanıtlayan Gölge'nin dediklerini bu defa duyamadım ama umursamadım da. Herhangi bir şeyi umursayabileceğimi sanmıyordum.
Odama ulaşana kadar bir kez bile yavaşlamadım hatta neredeyse koşarak binaya varmıştım. İçeri girip kendimi yatağa bırakırken şimdi, aniden uykuya dalabilmeyi diliyordum.
Beynim karman çormandı. Zaten bildiği şeyleri duymak insanı nasıl bu kadar şaşırtabilir, hayal kırıklığına uğratabilir, nasıl bu denli canını acıtabilirdi ki?
Adını biliyordum. Rüyalarımda yüzünün her zerresini sürekli gördüğüm adamın artık adını duymuş, gerçek dünyada bir varlığı olduğunu öğrenmiştim. Her insan gibi bir ailesi, evi, işi vardı. Herkes kadar insan, herkes kadar normaldi. Oysa aklımdaki en uzak ihtimaldi onun hakkında yeniden birileriyle konuşmak. Onu gerçekten tanıyan insanların var olduğunu hiç düşünmemiştim. Hayatta tek kalmış, bir amacı olmayan, kötülükten beslenen, duygusuz bir canavar olduğunu sanıyordum. Çocuklara acı çektirmekten zevk alan bir sadist olmalıydı.
Evet hala kötü biriydi ancak beni tatmin edecek kadar değildi.
Gözlerim acıyordu. Ağlamak istiyordum ancak gözyaşlarım kurumuş gibiydi. Ne yapmam gerektiğini, bu berbat duyguların arasından nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum. Tek başıma bu yükün altından kalkamazdım. Daha fazlasını öğrenebilirdim ancak ilk kez öğreneceklerimden bu kadar korkuyordum.
Annem ölmemişti. En azından ben doğduktan sonra. Beni Ateu'da dünyaya getirmiş, o aileye teslim etmişti ama neden? Kimdi? Neredeydi? Niye beni de yanında götürmemişti? Elbet tüm bu soruların da bir cevabı vardı ancak benim bir kez daha bunlarla yüzleşmeye cesaretim yoktu.
Şimdilik.
Saatler geçmişti. Demir'in yanına gitmemiştim. Bugün her ne işimiz varsa da bensiz halledecekti. Üzerimde garip bir yorgunluk vardı. Çoğu zaman karamsar bir insan olmuştum ancak hiç bu kadar yoğun bir mutsuzluğun içine sürüklenmemiştim.
Yataktan kalkıp banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkarıp yerde bıraktım. Küvetin içine oturup suyu açtım. Saçlarımdaki lastiği çıkarıp, omuzlarımdan dökülmelerine izin verdim.
İntikamla dolu olmalıydım. Yaşadıklarımın hepsini onun da yaşamasını sağlamalı, lanet olası ölmüş kocasının yerine de onu öldürmeliydim. Kinimi, nefretimi, acımı ondan çıkarmalıydım. Neden hiçbir şey rüyamda gördüğüm, yaşarken düşlediğim gibi olmuyordu? Neden aynı acımasızlıkla davranmamış, orada öylece arkamdan bakmasına izin vermiştim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNUS-ÖLÜM ÇEMBERİ SERİSİ 1.KİTAP
Hành độngGüneş, geçmişiyle mücadelesini sonlandırmak için geleceği uğruna vermeye başladığı savaşı kazanabilecek mi?