"Zihinsel acıyla ilgili tek panzehir fiziksel acıdır."
-Karl Marx
💣
Aradan geçen saniyeler acımı azaltmasa da en azından bir nebze olsun alışmamı sağlamıştı.
Dayanabilirdim.
Buna dayanacak gücüm olduğunu biliyordum ancak zihnimin gerisinde bir yerlerde ne varsa anlatıp bu lanet işkenceden kurtulmamı söyleyen sesi bir türlü bastıramıyordum.
Hayatımı, Area'da insanların canını yakmakla, canımın yanmasıyla baş etmeyi öğrenmekle geçirmiştim. Çok kez dayak yemiş, oldukça ağrılı geceleri atlatmıştım. Durduk yere kendimi defalarca sakatlamış, kolumun, bacağımın kırılmasına sebep olmuştum ancak böylesini daha önce yaşadığımı sanmıyordum. Beni öldürmüyordu ama ölüme en yakın duyguyu hissediyor olmalıydım. Bir parçamı söküp alıyorlarmış gibiydi. Derimin altındaki damarlarımı koparıyorlar, sanki vücudumdaki tüm kanı vakumluyorlardı.
Bir zihin oyunun içinde olduğumun farkındaydım. Bedenime zarar gelmeyecekti. Sadece öyle olduğunu düşünmemi istiyorlardı. Bunun beni bir noktada yıldıracağına inanıyorlardı.
Yapmayacaktım. Onların akıl almaz adaletini kabul etmeyecek, sevdiğim insanları benden almalarına izin vermeyecektim. Ben kazanacaktım.
Biz kazanacaktık.
Kadının kafama taktığı kabloları defalarca sökmeyi denedim ancak başaramadım. Ağlamaktan yanmaya başlayan gözlerimle birlikte acısını hissetmediğim hiçbir uzvum kalmadığında asıl şu an bayılsam, ne kadar güzel olur diye düşünüyordum.
"Sana hiçbir şey söylemeyeceğim!" diye bağırdım çığlıklarımın arasından. Derin nefesler almaya çalışsam da iyi bir iş çıkardığımı iddia edemezdim. Yatağın üzerindeki yastığı elime alıp sıktım. Bu da işe yaramayınca dişlerimi geçirip, ısırdım. En azından acımın yönünü değiştirebilirdim.
Geçecek. Diye geçirdim aklımdan. Elbet pes edeceklerdi. İlk vazgeçen onlar olacaktı. Ya da bir noktada beynim buna dayanamayıp kendini imha edecekti. Ölüm gözümün önündeki en huzur verici ihtimaldi.
"İsim ver bana Güneş." Dedi İnci aynı rahat, naif ses tonuyla. Karşısında acı çekiyordum ancak yüzünde ufacık bir değişiklik yoktu. Hatta bu halimden zevk alıyor dahi olabilirdi.
Elimdeki yastığı ona fırlattım. "Kes sesini!" üstelik bu hareketim ona yapmak istediklerim yanında koca bir sıfır kalırdı. Şansı varsa, dışarıda bir yerlerde karşıma çıkmazdı.
Başka bir düğmeye daha bastı. Aynı anda vücuduma bıçaklar saplanmaya başladı. Altımdaki çarşafı avuçlarımın arasına alıp sıktım. Çığlık atmaktan boğazım yırtılmış olabilirdi ancak o an bunu zorlukla fark edebildim.
Gözyaşlarım durmak bilmiyordu. Başımı geriye attım ve direnemeyerek kendimi yatağa bıraktım. Başım dönüyordu. Harika. Bitmek üzereydi. Zihnim birazdan kaybolup gidecek, acım dinecekti. Ölümü bu kadar heyecanla beklediğim başka bir an olmamıştı. Ruhum bedenimden ayrılacak, sonunda beklediği huzura kavuşacaktı. Başkana, yönetime boyun eğmeyecektim. Yokluğum onlardan aldığım en büyük intikam olacaktı.
Aniden acım dindi. Yattığım yatak, pamuklarla kaplanmış gibi yumuşacıktı. Bulutların üzerine çıkmışım gibi hissetmeme sebep olmuştu. İçimi ürperten bir esinti saçlarımın arasında dolaştı. Bu kadar çabuk mu oluyordu? Oysa ölmek hep korkutucu görünürdü. Sandığımdan çok daha kolaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNUS-ÖLÜM ÇEMBERİ SERİSİ 1.KİTAP
ActionGüneş, geçmişiyle mücadelesini sonlandırmak için geleceği uğruna vermeye başladığı savaşı kazanabilecek mi?