8. BÖLÜM-ARŞİV

17 10 1
                                    




"Girmeye korktuğunuz mağaranın içinde aradığınız hazine var."

-Joseph Campbell

💣

Ertesi gün sabah telefonun kulakları sağır edecek kadar yüksek sesiyle resmen yerimden fırladım. Aranya'nın milli marşı çalıyordu.

Ekranda Demir'in fotoğrafını ve üzerinde yakışıklı yazısını görünce istemeden güldüm. Ona baya sinir oluyordum ama beni eğlendiriyordu. Farklı bir insandı. Aranya'nın veliahdı olmak için fazla mütevazi ama bir o kadar da ukalaydı. Beni şaşırtmış, hatta sürekli tek bir cümleyle tüm sinirlerimi alt üst etse de bir nebze de olsa etkilemişti. Tabi bu onu yumruklama isteğimi gram azaltmamıştı.

Dün akşam gizli odada bir planı olduğundan bahsetmişti ancak detay vermemişti. Sırf bu yüzden bile ondan nefret edebilirdim çünkü bilinmezlik içinde kalmak dünyadaki en beter duyguydu.

Telefonu açtım. Hoparlöre alıp baş ucuma koydum.

"Günaydın en sevdiğim çalışanım." Dedi. Daha önce herhangi bir çalışanından dayak yemiş miydi merak etmiyor değildim. "Günaydın Demir Bey. Ya da prens ya da yüce veliahdımız. Ya da..."

Lafımı kesti. "Demir desen yeter. İsmimi seviyorum."

Gözlerimi yumdum. Onunla iyi anlaşmaya çalışmam gerekiyordu ve bunun için kendimi boğazlamak istiyordum. "Senin için ne yapmamı istersin Patron?"

Birkaç saniye sessizlik oldu. Bana bir gün daha izin mi verecekti acaba?

"Beşinci Kat 546 numaralı oda." Ve kapattı.

Pekâlâ, gerçekten ona tahammül etmek dünyadaki en zor şeydi.

O kata çıkabileceğimden bile emin değildim. Görevliler geçen gece net bir şekilde izinsiz giremeyeceğimi belirtmişlerdi. Gerçi onun koruması olduğuma göre, mutlaka bir ayrıcalık yaparlardı.

Gölge'yle geçirdiğim koca bir günün sonunda zaman zaman yine karamsarlığa gömülsem de çok daha olumlu, çok daha umut doluydum. Artık harekete geçmek için hazır hissediyordum.

Ayağa kalktım. Hızlıca dolabı açtım ve içinden siyah bir tişört ve koyu renk bir pantolon çıkarıp hızlıca giyindim. Saçlarımı sıkıca bağladıktan sonra kendime gelebilmek için birkaç kez yüzüme soğuk su çarptım. Yapacak başka bir işim kalmadığında ceketimi üzerime geçirip odadan çıktım. Asansöre doğru ilerlerken dış kapının önünde bir kalabalık olduğunu fark edince duraksadım.

Onu gördüm.

Üzerinde siyah bir gömlek ve pantolon vardı. Saçları her zamanki gibi bakımlıydı. Daha iki gün önce birlikteydik ama üzerinden yıllar geçmiş gibiydi. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki nefesim kesildi. Elimi göğsüme koydum. Bir süre orada bekleyip yaptıklarını izledim. Yanındakilere bir şeyler söylüyordu. Yüzü hiç olmadığı kadar ciddiydi. Gözaltları morarmıştı. Belli ki uykusunu alamamıştı. Çok yoruluyor olmalıydı. İki gün. Sadece iki gündür buradaydı ve sanki onu aylardır görmemişim gibi hissediyordum.

İçim parçalandı. Gidip saçlarını okşamak, yüzünde ufacık bir tebessüm oluşmasını sağlamak istedim. Ona sarılmak, sakinleştiren sesinden her şeyin iyi olacağını duymak istedim...

Benim burada olduğumu bilmiyordu. Öğrendiğinde ne düşüneceğini, nasıl tepki vereceğini merak ediyordum.

Heyecanlandığımı fark ettim. Avuç içlerim terlemişti. Ellerimi pantolonuma sürüp kurulamaya çalıştım. Ayaz'la karşı karşıya gelmeye hazır değildim. Ona yalan söylemem gerekecekti ve bu hayatta yapmak isteyeceğim son şeydi. Bu yüzden, en azından şimdilik ondan uzak durmalıydım. En azından her şeyi açıklayabilecek kadar iyi bir planımız olana kadar...

MİNUS-ÖLÜM ÇEMBERİ SERİSİ 1.KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin