"Hafıza hepimizin yanında taşıdığı günlüktür."
-Oscar Wilde
💣
Ayaz'a tüm olanları anlatacağım anı yüzlerce kez düşünmüştüm. Tepkisini kestirmeye çalışmış, beni desteklediğini, birlikte tüm dünyaya meydan okuduğumuzu, ölene kadar sırt sırta mücadelemizi sürdürdüğümüzü hayal etmiştim. Pembe düşlerle dolu zihnimde kurduğum hiçbir senaryoda ona bu şekilde yakalanmıyordum. Bilirsiniz, genelde aklımdakinin tam zıttı olaylarla karşılaşmak üzerine kurulmuştum.
"Ne yapıyorsun Güneş?" diye çıkıştı bana gergince. Ormana girmeden önce defalarca etrafı kontrol eder, görevlileri gözlemlerdim. Gizli odanın olduğu yere yaklaşana kadar sürekli arkama bakar, takip edilmediğimden emin olurdum. Bugün bu denli dikkatsiz davrandığıma inanamıyordum. Aklımı karıştırmıştı. Kahretsin! Ayaz'a olan duygularım yüzünden bütün gardım yerle yeksan olmuştu. Onunla yaşadığım ufacık mutlu bir an beni başarısızlığa sürüklemişti.
Poisin etkisindeydi. Başkana körü körüne sadıktı. Bana karşı ne hissederse hissetsin her zaman onu seçecekti. Bunu kendi iradesiyle yapmayacaktı belki ancak ne fark ederdi ki? Bitmişti. Bütün planımız mahvolmuştu.
Merdivenleri tırmanıp ormana çıktım. Ayaz'ı kolundan tutup birkaç metre öteye kadar sürükledim. "Neden böyle bir şey yaptın?" diye sordum sinirle. Bana güvenmiyordu. Ona yalan söyleyebildiğimi, daha fenası tüm yalanlarıma inandığını düşünmüştüm. O bir Kulmen'di. Ağzımdan çıkan her cümleyi sorgusuz sualsiz kabul edeceğine kendimi nasıl ikna edebilmiştim?
"Sence seni tanımıyor muyum? Her mimiğini, her kelimeni, hareketini ezbere biliyorum Güneş!" dedi yüzünde büyük bir hayal kırıklığı ifadesiyle. "Beni kandırdın..."
Kalbim parçalandı...
"Kandırmadım." Ağlamak istiyordum ancak gözyaşlarım akmıyordu. Hissettiklerimi dışarı dökecek ne bir cümlem ne de bir tepkim vardı. Bu ormanda yok olup gitmek şu an ki tek dileğimdi.
"Burada ne yaptığını bana açıklayacaksın." Diyerek öfkeyle ellerini saçlarının arasından geçirdi. Havanın karanlığına rağmen, kırgın bakışları gün gibi ortadaydı. Canımı yakıyordu.
"Tabi. Açıklayacağım." Dedim. "Beni ele verecek misin?"
Şaşkın suratı gittikçe daha çok battığımı anlamama yardımcı oldu. "Ele verilecek bir şey mi yapıyorsun?" diye sordu meydan okurcasına. Onunla girdiğim hiçbir münakaşadan haklı çıkamayacağımı biliyordum. Her zaman daha iyi bir cevabı olacaktı. Bununla savaşamazdım. Onunla savaşamazdım.
"Ayaz... Özür dilerim." Ona doğru bir adım attım. Eliyle beni durdurdu. "Ormanın ortasında gizli bir geçit ya da orası her neyse, neden var?"
Ne diyebilirdim? Bunun masumca bir açıklaması yoktu. Zaten söylenecek yeni bir yalan bulmaya mecalim de kalmamıştı. İçimdeki korkunç ses, her şeyi olduğu gibi anlatmam için beni zorluyordu ancak bunu yapmak hepimizi mahvedebilirdi. Neden sürekli sonu olmayan ikilemlerin ortasına düşüyordum ki?
"Başın belada mı?" diye sordu tekrar ben cevap vermeyince. "Yardıma ihtiyacın varsa neden bundan benim haberim olmuyor?" Parmağını bana doğru sallamaya başladı. "Senin için neler yapabileceğim hakkında en ufak bir fikrin yok mu gerçekten? Uğrunda feda edebileceklerimi bilmiyor musun hala?"
Beni öldürmek istiyordu. Her bir kelimesiyle bedenime bir bıçak saplıyor, biraz daha kanatıyordu. Düşünüyordu. Ne yaptığımı, nasıl bir şeyin içine düştüğümü bulmaya çalışıyordu ve bunu yaparken çözümsüz kaldığı her an bana biraz daha kızıyor, biraz daha kırılıyordu. Onu tanıyordum. Lanet olsun. Onu bu kadar iyi tanımaktan ilk defa nefret ediyordum. Üzüntüsünü hissetmenin yükünü kaldıramazdım. O, bana olan güveninin kaybederse, hayatta tutunacak neyim kalırdı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİNUS-ÖLÜM ÇEMBERİ SERİSİ 1.KİTAP
ActionGüneş, geçmişiyle mücadelesini sonlandırmak için geleceği uğruna vermeye başladığı savaşı kazanabilecek mi?