2024 Haziran, Paris, Seyran
Paris'in uzun ve düzenli sokaklarında adımlıyorum yavaşça. Alışıyorum; havasına, suyuna insanına. Kendimden bir şeyler bulmaya çalışıyorum bazen. Ya da kendimde onlardan bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Yaşıyorum; Günleri, geceleri, haftaları, ayları... Bitmez dediğinde bitiyor bazı şeyler. Olmaz dediğinde oluyor. Yapamam dediğinde bir ışık görüyorsun ve yaparım diyorsun. Ya da zihnin geçmişin karanlıklarını hatırlatıyor sana, devam etmek zorunda hissediyorsun. Ben Seyran Şanlı, deniyorum. Yeni bir hayatı yaşamayı, kendimi kaybetmeden kendimi bulmayı deniyorum. Topuklumun yürürken çıkan sesini çok seviyorum, ilerlediğimi hatırlatıyor bana. Yolda kaybolmamak için kendi adımlarımı dinliyorum.
Sıradan bir iş günün ardından, işimden evime kadar olan çok sevdiğim ağaçlı yolun sonuna gelip yaşadığım binanın kapısını araladım. Kolumun altındaki baget ekmeğin kokusu tazelenerek doldu burnuma, açlık hissiyatıyla hızlandırdım adımlarımı. Döner merdivenlerden birer ikişer çıktım, adım sesleri birinci kattaki daireme ulaşmış olacak ki kapı açıldı. Kendimi, burada sahip olduğum en samimi, en sıcak kollara bıraktım. Günün yorgunluğu atmak istercesine soluklandım, o da günün yorgunluğunu üzerimde almak ister gibi elimdekilere uzandı. Gün boyu gördüğüm soluk yüzlerin ardından güler bir yüzle karşılanmak büyük bir lütuftu. Yalnız hissettirildiğim çok an olmuştu, ama uzanacak bir ele bile sahip olmamayı burada tatmıştım.
"Hoş geldin Mon Soleil Jaune! Nasılsın?"
"Hoş buldum Ma Fleur! Çok yorgunum, kurt gibi açım! Sen nasılsın?"
"Sıkı gündü ha?"
Ayakkabımı çıkardım ve soğuk taşlara basmamak için yumuşak terliklerimi giydim. "Öyleydi, çok yoruldum. Beynim sızlıyor resmen." Üstümü değiştirmek için odama doğru ilerlerken mis kokuların geldiği mutfağın önünde durdum. Gülümsedim. Bir kokudan, bir ışıktan ya da bir sesten, özlediğim şeyleri hatırlatan her bir duyudan doldu gözlerim. Annemi özledim. Ablamı özledim. Evimi özledim.
"Yine döktürmüşsün bakıyorum."
"Evet, aç geleceğini tahmin ettim! Bugün bir Türk yemeği denedim. Bakalım beğenecek misin?"
Acele adımlarla koridorun sonundaki minik odama geçip binanın avlusuna bakan camı açtım önce. Gün ışığı ile süsledim duvarlarımı. Pencereme uzanan sarmaşıklardan gelen taze esintiyi doldurdum odama. Avluda uçuşan kuşların sesini dinledim. Kendime ait bir oda, kendime ait bir yaşam ve kendime ait bir mücadelem olduğunu en çok bu odadayken hissedebiliyorum. Öylece durup düşünebildiğim ve çekinmeden gözlerimi kapatabildiğim noktada.
Yemek için oturma odasına geçiyorum. Melissa en sevdiğim köşeye kurmuş sofrayı, sokağa bakan camın önüne. Küçücük bir sofraya kuruluyoruz beraber. Şehrin hareketliliğini izlerken yemek yemeyi ve sohbet etmeyi ikimiz de çok seviyoruz. Tül perdemiz uçuşuyor. Yazın ılık esintisini hissediyoruz ve tanımsız bir huzur doluyor içimize. Sıcak bir akşamın huzur veren esintisinde kahkahalarla sohbet ediyoruz.
"Ah, bu arada, sana bugün bir şey geldi..." diyor Melissa kahkahalarının arasında. "...girişteki aynanın önüne bıraktım. Bak istersen."
Elimdeki bardağı masaya bırakıyorum merakla. Düşünüyorum, beklediğim bir şey yok oysa ki. Ne geldiğini kestiremiyorum. "Ne gibi? Boya siparişleri mi?"
"Yok yok, öyle değil. Bir zarf geldi sana. Parlak bir zarf. Mektup gibi."
"Mektup mu?"
Duymayı beklediğim son cevap bile değil. Merakla yerimden kalkıp girişe, antika aynaya doğru ilerliyorum. "Mektup mu? Bana kim mektup gönderir ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON PİŞMANLIK (SeyFer / Yalı Çapkını)
FanficYalı Çapkını 19. Bölüm sonrasına başka bir bakış açısı. Son pişmanlığın fayda etmediği bir evren.