"Bu saçmalık!"
Öfke ve hayal kırıklığı ile bakan çocuğun tepkisi ile mal gibi kaldım.
"Neresi saçmalık?"
"Bunu yapmaya hakkın yok."
Ona, Ateş'e anonim yazmamdan başlayıp, intikam alma isteğime kadar herşeyi anlatmıştım. Tabii öncesinde Allah'ın adını verip yeminler ettirmiş, erkeklik sözü almıştım.
Şerefsiz şimdi gelmiş bana 'Saçmalık.' diyordu!
"Sırf senden hoşlanmadı diye bunları yapamazsın. Bunu ona gerçekleri göstermek için yapsan, eyvallah yardım ederdim ama bu fazla. Gerçekten, neden şu ana kadar sakladın?"
Duyduğum soru ile afalladım. Saklamıştım çünkü Ateş'in bunu öğrenip üzülmesini istememiştim. Kim olsa aynı şeyi yapardım, kimse böyle bir acıyı hak etmiyordu.
"Üzülmesin diye..."
"Üzülmesin diye mi?"
Öfke dolu bir gülüş sundu ve derin bir nefes aldı. Fazla tepki veriyordu, ona doğruları söylüyordum.
"Şimdi üzülsün istiyorsun ama?"
Sorguya çekilmek hoşuma gitmemişti. Yardım etmek istediğini söylemişti ama şuan resmen azar yiyordum.
"Evet, üzülsün istiyorum!"
"Bak Eylül, bu yanlış. Adam şuan hayatından gayet memnun, sen hem ondan hoşlanıyorum deyip hem de onun üzülmesini istiyorsun. Kaldı ki bunu sadece intikam almak için yapıyorsun, ortada intikam alınacak bir şey yok iken."
"Beni sevmediğini söyledi. Hem de oldukça kaba bir dille!"
"Kimse seni sevmek zorunda değil?"
İşte bu ağır vurmuştu.
Melih'in haklı sözlerine aklıma düşen eski anılar eklenince gözyaşlarımı tutamamıştım.
'Kimse seni sevmek zorunda değil!'
Haklıydı.
"İyi misin?"
Ona baktım ve dolan gözlerimi silip burnumu çektim. Gülümsemem onu şaşırtırken kaşları çatıldı. Elini uzatıp koluma dokundu ve dostça, az öncekine nazaran daha sakin bir dille konuşmaya başladı.
"Bu gece söylediklerimi düşün, yarın bana kararını haber verirsin. Ben senin doğruyu yapacağına inanıyorum çilek kız."
Göz kırptı ve ayağa kalktı. Ben arkasından mal gibi bakarken uzaklaştı ve koridoru döndü.
Ne yapacağımı şaşırmış bir halde etrafıma bakındım. Ardından tableti tekrar elime aldım ve çektiğim fotoğraflara baktım.
Sanırım gerçekten sakince düşünüp karar vermeliydim, yanlış bir şey yapmak istemiyordum.
***
"Ee, sonra ne oldu?""Senin kuzen kalktı gitti işte."
Nil'e Melih ile diyaloğumuzu anlatıyordum ama kafası başka yerde gibiydi. Onun bu dalgın halini görünce kendime kızdım. Günlerdir beni dinliyor ve ne yapacağım hakkında fikir vermeye çalışıyordu ama ben ona bir kere bile nasıl olduğunu sormamıştım.
Yaptığım hatayı fark edince utana sıkıla Nil'e sarıldım.
"Nil..."
"Hm?"
Yine dalgınca cevap verdiğinde boynundan öptüm. Nil boynundan öpülmesini sevmezdi, tiksinirdi.
Yüzünü buruşturup boynunu sildiğinde öfke ile bana döndü ama dalga geçen surat ifademi gördüğünde o da güldü.
"Nil!"
Uzatarak söylediğim isminden, onu rahatsız etmemi sağladığı için nefret eder gibiydi. Yine de sabırla bana döndü.
"Söyle. Ne istiyorsun yine baş belası?"
"Aşk olsun."
"Allah korusun."
Kıkırdadım ve heyecanla konuştum.
"Bu akşam parkta buluşalım mı?"
"Niye ki?"
"Seninle uzun zamandır bisiklet sürmeye gitmiyoruz, biraz turlarız."
Söylediğim şey aklına yatmış olmalı ki gülümsedi.
"Olur, kaçta?"
"Akşam altı nasıl?"
"Bana uyar."
Gülümsedim ve çantamdan çubuk kraker çıkarıp paketini açtım. O test çözerken ben de başımı omzuna yaslamış, bir yandan kendim yiyip bir yandan ona kraker yediriyordum.
Hasta hasta bölüm yazdırdınız bana.
Neyse, basit ama önemli bir bölümdü. Şuan anlayamazsınız. Umarım anlayacağınız bölümlere kadar beraber ilerleriz.
İyi okumalar<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pembe Converse
Historia CortaSiz: Gri sokaklarda pembe converse ile koşuyorum, görüyor musun nasıl da çocuğum? Ateş: Gece saat dörtte mi, cidden mi? -texting- Wattpadde bu isimle yayınlanan ilk ve tek kurgudur, tüm hakları şahsıma aittir.