"Hoşgeldin yakışıklı."
Gevşek sesim ve göz kırpmama karşın yaptığı tek şey bankın diğer tarafına oturup ellerini önünde birleştirmek oldu.
"Ne istiyorsun Nalan?"
"Eylül ben, ahbap. Sen de gizemli çocuk."
"Seninle tanışmaya gelmedim."
"Yanılıyorsun."
Bana 'Öyle mi?', der gibi attığı imalı bakışlardan çok, çizdiği tek kaşı dikkatimi çekti.
"O ne be?"
İlk başta ne dediğimi anlamasa da, gözlerimle kaşını işaret ettiğimi fark ettiğinde eli refleks olarak oraya gitti ve sonra odağı tekrar bana döndü.
"Sana ne?"
"Korkma, ısırmam."
"Aynen."
Bana sadece düz bir şekilde baktı. Sıkıldığını anlamak zor değildi ama bu sorun değildi.
Bana sıkıcı olduğumu söylemişti, ona aksini kanıtlamadıkça, durmayacaktım.
Yüzümdeki sevimli ve sıcak gülüş soldu, dümdüz bir ifade ve çatık kaşlarım ile Ateş'e baktım.
"Damla ile hala görüşüyor musunuz?"
Bir anda sorduğum soru ile afalladı.
"Tanışıyor musunuz?"
Dilim ve damağımın arasından bir 'cık' sesi çıkardım ve arkama yaslandım. Çantamdan çıkardığım su şişesinin içinde kalan son yudumları aldım. Fazla ısınmış, hava bu kadar sıcak mıydı ya?
"Sana soruyorum, Eylül."
Şişeyi tekrar kapattım ve bitmiş şişeyi yandaki çöp kutusuna attım. Tekrar Ateş'e baktım. Sabırsızlık ve rahatsız eden bir merakla cevabımı bekliyordu.
Mükemmel.
"Hayır, siktiğimin ergeninin tekiydi."
Kaşlarını kaldırdı ve sonra çattı.
Hayır Nalan, ibolar bozukluk esprisi yapmayacaksın.
"O zaman okulda dönen dedikodular sayesinde öğrendin."
"Bu seni hiç alakadar etmez."
"Çocuk gibi davranıyorsun."
"Doğum günüm Kasım'da, hala reşit değilim."
Sabır dilenir gibi mırıltılar çıkararak burun kemerini sıktı.
Sınırlarını zorluyordum. Vaktini alıyordum ama hala ona bir bilgi vermemiştim. Bende gerçekten bilgi olduğunu düşünüyordu, yoksa şimdiye çoktan kalkıp gitmişti.
"Peki. Onun seni kiminle aldattığını biliyor musun?"
Bir kez daha afalladı, 2x mükemmel.
"Ne?"
"Ne anladın?"
"Tanıdığım biri mi?"
"Bunun olma ihtimalini zaten düşünmüştün, değil mi?"
Bir süre öylece bana, sonra da çimenlere baktı. Ben de baktım.
Güzel bir parktı. Az ileride küçük bir gölet görünüyordu, üzerinde köprü vardı. Hemen hemen her yer ağaçlar ile kaplıydı. Seralarda çiçekler ve sebzeler vardı. Açık alanlar da vardı, basketbol ve futbol sahaları da. Koşu ve yürüyüş yolları da vardı. Tabii ki tüm bunlardan yararlanan kişilerin alışveriş yapacağı tezgahlar da.
Kısacası herşey vardı, oldukça zengin ve güzel bir parktı.
Sonunda bir şey söylemeye karar vermiş gibi, derin ve anlamlı bir nefes aldı.
"Evet, bunun olma ihtimalini zaten düşünmüştüm."
"Ama kendini kandırmayı tercih ettin."
"Sanırım."
"Olur öyle şeyler."
"Kim?"
"Sence?"
"Düşünmek istemiyorum."
"Neden?"
Gözlerime baktı. Siyaha çok yakın, ama kesinlikle kahverengi gözleri vardı. Ne düşündüğünü anlamak zor değildi.
"Neden, Ateş?"
"Cevabını bildiğin soruları hep sorar mısın?"
"Genellikle, evet."
Ufak bir küfür mırıldandığını duyunca yüzümü buruşturdum. Küfürden çok da haz etmezdim.
Tamam ben de sütten çıkmış ak kaşık değildim ama sürekli değil.
"Hep küfür eder misin?"
Kendimi tutamayıp sorduğum soru ile, büyük ihtimalle bir mal olduğumu düşünüyordu, bana anlamayarak baktı.
"Hayır. Pek hoşlanmam."
Başımı sallayarak onu onayladım.
"Anladım."
"Bana gerçekleri anlat."
"Bilmek istiyor musun?"
"Evet."
"Peki öyleyse."
Geliyor üçüncü bölüm (◍•ᴗ•◍)✧*。

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pembe Converse
Krótkie OpowiadaniaSiz: Gri sokaklarda pembe converse ile koşuyorum, görüyor musun nasıl da çocuğum? Ateş: Gece saat dörtte mi, cidden mi? -texting- Wattpadde bu isimle yayınlanan ilk ve tek kurgudur, tüm hakları şahsıma aittir.