Evgeny Grinko, Wake Up
*
Ertesi gün yine epey monoton geçen günlerden biriydi.
Yine fakültede, arkadaşımın yanındaydım ve fakültenin içindeki kafede sütlü kahvemizi yudumluyorduk. Başım çatlayacak gibiydi ve nedeni büyük ihtimalle bir şeyleri hatırlamaya çalışmakla alakalıydı. Düne dair doğru düzgün hatırladığım tek şey Lucy ve sevgilisi Chris ile birlikte bir kafede oturuyor oluşumuzdu. Gerisi sis altında kalmışçasına bulanıktı.
Ah, mavi gözleri unutuyordum neredeyse. Ama mavi gözler o kadar sık rüyama giriyordu ki rüya ile gerçeği ayırt etmekte zorlanıyordum. Neyse ki fakültede uğraşacak şeyler vardı. Bana değen bakışlardan ve prenses olmamla ilgili söylentilerden dolayı sürekli diken üzerinde hissettiğim için yıllarca fakülteye gitmediğim oluyordu.
Fakülte, öğrencilerin küçükken başlayıp belli bir yaşa kadar eğitim görmemizi sağlayan okuldu. Okuma yazma öğrendikten sonra beş yıl temel dersler alır, sonrasında ise hangi bölümü istiyorsak oraya yönelirdik. Lucy ve ben edebiyata yönelmiştik. Açıkça söylemem gerekirse bugüne kadar geleceğe dair herhangi bir hedefim olmamıştı. Lucy bana göre bu konularda daha hevesliydi, yapmak istediği bir sürü şey vardı. Zaten biz, ismimizin anlamı kadar birbirimizden farklıydık. Buna rağmen küçüklüğümüzden beri bağımız hiç kopmamıştı.
"Dün neler oldu?" diye sordum en sonunda. Lucy sorum karşısında şaşırmıştı.
"Nasıl ne oldu?" diye karşılık verdi o da beyaz kupayı parmaklarının arasına alıp ağzına yaklaştırırken.
"Dün hatırladığım tek şey, kafede olduğumuz. Sonrası yok. Hayal meyal hatırlıyorum."
"Açıkçası dün beni çok korkuttun," dedi hemen. "Apar topar kalktın ve o çocuğun peşinden gittin."
"Hangi çocuğun?"
Şaşkınlığı ikiye katlanmış gibiydi. Düz siyah saçlarını geriye atarken bal rengi gözlerini iri iri açtı.
"Darcy," dedi gözlerini devirerek. O sırada kahvemden yudum alıyordum. "Gözlerini resmen çocuğun üzerinden ayırmadın. Ne demek hangi çocuğun?"
Kahveyi püskürmemek için büyük bir mücadele verdim ama kısa bir öksürük krizi kaçınılmazdı.
"Ne ne ne?"
Halimden zevk alıyordu, bu zamana kadar hiçbir erkeğe böyle ilgi duyduğumu görmemişti. Sebebi tabii ki de benzediğim kişiden dolayıydı. Bana başka gözle bakan çok erkek olsa da hepsi bu benzerliğimi vurgulamıştı.
"Evet, hatta sonra peşinden gittin." Sırıtışı yüzünden silindi, aniden ciddileşmişti. "Şaka bir yana, o çocukla ilgili neler olduğunu anlayamadım. Çocuk kafeden çıkınca sende bizi dinlemeden hemen peşinden gittin. Çocuğu tanıyor gibi görünüyordun."
Olduğum yerde kasıldım. Kendimi hatırlamak için zorluyordum ama karşılaştığım tek şey sis ve baş ağrısıydı. Ama sonra biraz daha zorlayınca yüzler az çok zihnimde belirmeye başladı. Safir mavisi gözler, kızıl saçlar, kumral saçlı kız ve okyanus mavisi gözler...
Sadece bu kadar. Tek hatırladığım yüzlerdi. Gerisi yoktu. Tabii birde onunla bakışmamız vardı...
"Neler olduğunu anlayamıyorum," diyerek sitem dolu bir şekilde konuşmaya başladığımda masada duran ellerim titremeye başlamıştı. Lucy ellerimi tutarak sakinleşmem gerektiğini fısıldarken belli belirsiz mırıldandım: "Sadece kafeye gittiğimizi, birlikte geri döndüğümüzü hatırlıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ
Teen FictionDÜZENLENMİŞ HALİYLE YENİDEN YAYIMDA! Keyifli okumalar dilerim... * Profesör gittiğinde tekrardan dönüp arkadaşlarıma baktım; hepsi farklı ırktan, farklı millettendi. Her ne kadar Fersina bunların tümünü yok etmiş olsa da... Fakat bunların hiçbirini...