- "Kimmiş, neymiş, neciymiş?"
- "Teröristler buraya çok yuvalanıyor diye özel kuvvetlerden oluşan küçük bir ekip göndermişler. Öyle dedi zümre arkadaşlarım." dedikten sonra "Öğretmen Hanım!" diye bir ses duydum. Sesin geldiği yöne doğru baktığımda, Yüzbaşı'yı gördüm. İstemsizce çatılan kaşlarım, görüntülü aramadaki arkadaşlarımın dikkatinden kaçmadı. Sesini duymuş olmalılar ki, sessizleştiler.
- "Efendim Yüzbaşı?" dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak. Fakat merağım, ister istemez sesime yansıdı.
- "Bunu düşürdünüz." dedikten sonra avucunu açtı. İçerisinde, babamın bana 19.cu yaş günümde aldığı bileklik vardı.
- "Teşekkür ederim. Düştüğünü farketmemişim."
- "Önemli değil. İyi günler dilerim." dedi buz gibi bir ses tonuyla.
- "Size nasıl teşekkür edebilirim? Bu ayyıldızlı bileklik, babamın hediyesiydi bana. Kaybetseydim gerçekten üzülürdüm."
- "Teşekkür edilecek bir şey yok. Benim yerimde kim olsaydı aynı şeyi yapardı."
Başımı olumsuz anlamda salladıktan sonra "hayır, yapmazdı. Kimse genç bir hanım bilekliğini düşürdü diye sahibini buraya kadar izlemezdi."
- "İzlemedim. Burada oturuyorum. Sizin de bilekliğinizi düşürdüğünüzü görünce geri vermek istedim sadece. Tekrar söylüyorum. Teşekkür edilecek hiçbir şey yok."
- "En azından çayımı içseniz?"
Yüzünde, kısa bir anlığına minik bir tebessüm belirdi. Ama hızla eski ciddiyetine döndükten sonra, başını olumlu anlamda salladı. Ben de telefonu kapatıp, "yakınlarda bir kafe var, isterseniz oraya gidelim." dedim. Başını olumlu anlamda salladı. Yürüyüşümüz, mutlak bir sessizlik içerisinde geçti. Ta ki, bu sessizliği yine kendisi bozuncaya dek.
- "Bilekliği, erkek arkadaşınız mı hediye etmişti?"
- "Hayır. Babam, on dokuzuncu yaş günümde hediye olarak almıştı. Sizin gibi asker o da."
- "Anladım." Ellerini birleştirip iki parmağıyla burun kemiğini ovuşturduktan sonra bana doğru baktı.
- "Peki siz?" dedi meraklı gözlerle. "Neden buradasınız?"
- "Görevimi yapmak için."
- "Eskisi gibi öğretmenler gelmek istemiyor buraya. Sizin yerinizde bir başkası olsa çoktan başka bir yere tayin isterdi." dedi aynı soğuklukla.
- "Benim için Türkiye'nin doğusu da batısı da bir. Ve beş yıl buradayım Yüzbaşı. Tayin istemek planlarım arasında yok. En azından beş yıl boyunca. Ha, beş yıl sonra olur mu? Orasını zaman gösterecek artık." dedikten sonra iki çay söyleyip sessizliğe gömüldük. Sessizliği seviyor gibi bir havası vardı. Çay gelinceye kadar sessizce dışarıyı izlerken, "çocukken ne olmak isterdiniz?" diye sordu.
- "Babama özenir asker olmak isterdim, fakat büyüdükçe öğretmenlik için daha uygun olduğumu anladım. Peki siz?"
- "Kendimi bildim bileli, tek hedefimdi askerlik." dedi soğukça.
- "Özel bir nedeni var mı?"
- "Varsa bile sizi ilgilendirmez." dedi. Ses tonu gayet sakindi, fakat verdiği yanıt, çelik gibiydi. Ben, içten içe o soruyu sorduğum için kendime kızarken, "nerelisiniz?" diye sordu ani yükselişinden sonra oluşan sessizliği bozmak istercesine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖĞRETMEN HANIM
Fiction générale- "Sen gitmezsen, ben gitmezsem, o, bu, şu gitmezse kim gidecek Diyarbakır'a, Urfa'ya Antep'e Allah aşkına?" diyip İstanbul'dan Diyarbakır'a gelen idealist bir öğretmendi Aysima. Yüreği, buzdan bir kaleye dönüşen ve hayatındaki tek sevgilisi silahı...