Savcılığa gidip, olanı biteni ayrıntılarıyla anlatışımın üzerinden üç gün geçti. Artık aracımın torpido gözünde tedbiren bulundurduğu bir şey olmaktan çıktı silah. Evimin içine, yastığımın altına kadar girmişti artık. Kapımın önüne sürekli konulan mermilere o kadar alıştım ki... Ama kafamdan bu düşünceleri kovup, bilgisayarımdan film izlerken aniden kapımın zili çaldı. Kimseyi beklemiyorum aslında. Göktürk hariç. Bu sebeple hızlıca silahımı kapıp arkama gizledikten sonra kapıyı açtım. Kapımın önünde dört mermi, bir de zarf vardı. Gözlerimle etrafımı taradım. Kimseyi göremeyince zarfı ve mermileri aldım, kapıyı kilitleyip içeri geçtim. "Mermilerden birinin benim için olduğunu zaten biliyorum, peki ya diğerleri kimin için olabilir?" diye düşünmeden edemedim. Daha önceden sadece bir mermi koyarlardı çünkü.
Derin bir nefes verip kendimi sakinleştirdikten sonra zarfı açtım. İçinde fotoğraflar vardı. Hepsini aldıktan sonra, masama oturup ön yüzlerini çevirdim. İlk fotoğrafı görünce nefesimin kesildiğini hissettim. Sevdiğim adamın fotoğrafını göndermişlerdi bana. İkinci fotoğrafta babam vardı. Babam. Canımın diğer yarısı. Üçüncü fotoğrafta ise Savcı Gökçe Yılmaz'ı gördüm. Oysa daha üç gün önce yanındaydım... Diğerleri ise, daha önce 1990'lardaki kanlı terör olaylarında şehit olan askerlerimize aitti. Seni de, sevdiklerini de böyle öldürürüz demek istiyorlardı. Bu sebeple, ciddi bir gerekçe olmadıkça aramadığım babamı aradım. Bundan daha ciddi gerekçe mi olur?
Sakin sakin beni dinledikten sonra, "sana neden gitme dediğimi anladın mı şimdi?" dedi soğukça.
- "Yine olsa yine giderim."
- "Oraya geleceğim." dedi soğukça.
- "Koruma kararı çıkardım, polis korur beni. Sen kendini, annemi ve kız kardeşimi koru. Ayrıca, eğer buraya gelirsen seni biriyle tanıştıracağım." dedim gülümseyerek.
- "Kim?" dedi soğuk sesiyle.
- "Yemezler. O hataya lisedeyken düştüm ben. Hatırlar mısın? İlk sevgilim de yeni havacı teğmen olmuştu senin bölüğündeydi. Öğrendiğinde çocuğu resmen sürmüştün. Cık babacığım bu sefer üstlerine ulaşamayacaksın."
- "Söyle kim?"
- "Gel, gör, konuş, öğren canım. O gaflete bir daha senin kızın düşer mi? Zinhar."
Uzun zamandır ilk defa, sesli güldüğünü duydum. Herhalde en son, kız kardeşimin cinsiyetini öğrenmeye gittiğimizde doktor hanım kız olacağını söylemişti. O zaman duydum. Benim babam katı bir insan, ciddi, ketum. Bu yüzden tebessümünü bile zor görüyorduk küçükken.
- "Ne gülüyorsun?"
- "Anlaşılan kızım yuvadan uçmaya karar vermiş - ki beni hoşlandığı kişiyle tanıştırmak istiyor. Kardeşin doğduğunda 6.5 yaşındaydın oysa. Daha dün gibi. Keşke ikinizle daha çok zaman geçirme şansım olsaydı."
- "Torunlarınla olur belki dermişim." dedim gülerek.
- "Dalga da geçiyor." dedi yalandan kızarak. Sırıttım. "Neyse. Buraya geleceğin zaman haber ver. Seni karşılayayım."
- "Tamam." dedi her zamanki soğuk sesiyle. Kısacık bir vedadan sonra telefonu kapattık. "Nasıl bu kadar hızlı ses tonunu değiştirebiliyor bu adam?" diye sorgulamaktan kendimi alamadım. Tüm rütbeli subaylar böyleyse yandım ben. Halt vardı Yüzbaşı'ya aşık olacak Aysima. Evde bir albay, bir öğretmen yokmuş gibi önce öğretmen oldun, kalktın Yüzbaşı'ya vuruldun...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖĞRETMEN HANIM
Fiction générale- "Sen gitmezsen, ben gitmezsem, o, bu, şu gitmezse kim gidecek Diyarbakır'a, Urfa'ya Antep'e Allah aşkına?" diyip İstanbul'dan Diyarbakır'a gelen idealist bir öğretmendi Aysima. Yüreği, buzdan bir kaleye dönüşen ve hayatındaki tek sevgilisi silahı...