Dar bir koridor, uzuyor yürüyen insan duvarlarıyla... Buğz etmiş hava sanki ufunet kokusu... Küçük hıçkırıklar Ve arkasında yatan büyük pervasızlıklar... Unutulmaya gelmiş mahkûm suratlar; sarı. Kimse neden burada bilmez. İğreti kokan hezeyanlı gözler. Dünyanın tüm dertleri burada adeta.
Sağlık simsarları...
Dert veren sahte şifacılar. insanların determinist düzeni her yerde. Makineleşmiş anlamlandırmalar. Kalıplaşmış düşünceler; köhne. Kiminin vicdanı kızarır, kiminin yüzü. Bazısı dünyadan bir haber, bazısının hayalleri meftun. Koridor boyunca duyulan ayak sesleri, umuda yaklaştıkça uzaklaşan. Her insan farklı bir mecra, her bir şehir hasrette kalan hâyâl mezarlığı...
İkircikli monotonluklar...
Bezmiş burhanlarımız; hadsiz, stabil, bencil... Kandırmacalarda geçmiş tezat yaşamışlar. Ağlamaklı gözleri şişmiş, acıları sirayet etmiş yüzlerine. Bir iç çekme ferfenesi inletiyor beyinleri. Kimisi şifasını buluyor burada kimisi derdini. Ben hangisi aramaktayım acaba? 50 yılda hangi günü kendim için yaşadım! Ne zaman mutlu oldum. Hangi gün kahkaha ikilemlerinin arkasına sığınmadım!
Yapmacık düşler peşindeyim. Her bir günü diğer günden daha iyi olmasını beklemekle geçti temennim. Ama sonrası ardiyede kalmış anılar. Yaşamımı hep başkası belirlemiş. Herkes diğerkâm... Herkes kopya hayatlar sürdürmekte. Hatıraya kaçmış iyi niyetler. Daha dün kadar yakındı, kimse yapamıyor geçen yılların yaptığını...
Burası onkoloji ünitesi; ya yolun başı ya da yolun sonu... Bakalım bana hangisi nasip olacak. Zerre teslim olmadım hayata. Hayatta beni teslim alamadı. İnandığımı söyledim, inandığımı yaptım. Sevenim de az oldu benim sevdiğimce...
Çocuklar da burada; onların sırtına bu kadar çabuk yüklenmemeli, hayatların neşesi olmalılar. Hevesi kaçmış birer fidan değil. Geleceğin ağaçlarının kökleri toprağa sağlam basmalı. Dimağları bilimle doldurulmalı. Sansasyonel bir yıkımın hazırladığı prompterlarla değil.
Kendimi kaybedeli çok oldu. Bu hastane köşesinde bulacağımı da hiç zannetmiyorum. İnsan zaten buraya hastalığını kovmak için gelmez mi? Kendimi yine kendim de aramalıyım. Doktor nasıl bir çare bulsun. Yaşam ve ölüm arasında ince bir çizgide hayatı ikame ettirebilmek... Fikriyatında düşünen insanların sürdürmekte zorlanacakları bir hengâme...
Yaşam vesvesesi...
İnsanın ölmesi midir kıyameti yoksa yaşaması mı?
Beklemek mi? Nefret ediyorum bir şeyleri beklemekten. Yaşamda bir bekleme salonu değil midir? Aynı bu hastane gibi. Zaman sınırları zorlayan bir bedbaht. Belki de en büyük düşman...
- Zevat Bey, Zevat Bey? Zevat... Dik gözlerle bana bakan bir çift göz, sorgularcasına... Bezmişlik nefesinde kokan, insanları nedir bu derece yıpratan?
- Zevat Bey? Kısa bir bakışmanın ardından bana seslendiğini anımsayabildim.
- Evet
- Sıra sizde, doktor bey sizi görecek. Babam bana Zevat demiş. Kişiler demek. Bütün insanların benliğini üzerimde toplayabileceğimizi zannetmiyorum. İnsan kendi içerisinde bir katre.
Kapının eşiği aşınmış. İnsanlar neden bu kadar hasta, kimlerin işine geliyor bu kargaşa... Kaç adım geçti buradan? Beni çağıran adam, bezmiş; monitörün ardına geçti. Kimse bu dünyada işini severek yapmaz mı? Bu çabuk doyumun sebebi nedir? Çeşitlilik farkındalığı arttırır. Farkındalık tekdüzeliği yıkar. Karşımda dağınık saçlı bir doktor. Sarkmış yüzü, burnunun ucuna kadar inmiş gözlüğü. Kısacık kirli sakallı. Önündeki ekrandan kafasını kaldırmadan ve bana bakmaya tenezzül dahi etmeden konuştu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TAHRİBAT MÜESSESESİ
General FictionZevat Tarumar, hayatının son evresinde, lenfoma teşhisiyle karşı karşıya kalan bir koleksiyonerdir. Bu teşhis, onun için bir son değil, yeni bir başlangıç anlamına gelir. Hayatın hüzünlü atmosferinde, geçmişiyle ve içsel dünyasıyla yüzleşirken, haya...