Kahverengi kapı... Karşısında duran renk renk güller. Haziran ayının yeni başlayan kasveti. Ve kapının yanında benim Doğan'ın adını zilde arayışımı izleyen insanlar. Merak... Bitmek bilmeyen bir merak hem de. Kime?
Boş bilgiler safsatası...
Kocaman bir boşluk insanların suretlerinde. Gözlerine çökmüş esrarengiz avuntular. Güdümlü makineleşmiş sahte hayatlar. Neyi neden yaptığını bilmeden yaşamak zorunluluğu. Histeri tutkunu... Başkaları tarafından belirlenen yaşamlar. Yetenekler körelmiş, vücudundan bihaber. Ufkunu genişletme çabasında dahi bulunamaz. Kabullenilmiş yorgunluklar.
Zilde elimin basılı kaldığını yeni fark ettim. Yavaşça elimi çektim. Gözlerim ise hâlâ beni izleyen insanların gözlerindeydi. Bakışlarında yatan derin çığlıkları anlayabiliyordum. Geçmişin ardında aranan özlenmiş girift gizemler. Hengâmeli umut edilen gelecek. Yaşadığın bile farkında değil. Toy olmuş olgunluklar. Çocuksu ruhlarına yüklemiş nakliyat; leş, pare...
Birilerinin kurduğu hayal başkalarının yaşantısı... Ne yapacağını bilememek... Garantisi yok ne olacağının. Korku; kaliteli yaşayabilme sanatının engeli!
Beni izleyenler birbirlerinin sinelerine eğilerek kısık sesle konuşmaya başladılar. İlk defa gördüklerimiz üzerine yafta yapıştırmakta üzerimize yok. Cismin içini görmeden yargıya varmamayı öğrenemedik bir türlü.
Nihayet kapı aralandı. Doğan Gün'nün üçüncü kattaki dairesine yavaş yavaş merdivenlerden çıkmaya başladım. Yaşam gibi... Her bir merdiven bir yaş. Her adım hayattan giden bir ömür. Nefesin vücuda bıraktığı bir iz... Yaşanmışlıkların depreştiği ardında kalmış anılar. Kapının önünde gülümseyerek bana bakan Doğan Gün:
- Hoş geldin Zevat Tarumar. Aynı gülümsemeyi yakalamaya çalıştım:
- Hoş buldum.
- Nedir seni buralara getiren?
- Sen, ben, koleksiyonum... Gülümseyen yüzü yavaş yavaş inmeye başladı. Sözlerimden bir kehanet çıkarmaya başlamıştı çoktan. Çabuk algılayabilmek büyük maharet. Zeki olmak kutsanmış bir ayinedir. Zekâsını kullanabilen, gerçekleri görebilen, insanlardan uzak, mutsuz. Düşündüğün oranın da varsın. Düşündüğün oranın da farklısın. Beyninde lopları uyuşan, mutlu; başka şeyler isteyen dehlizle umutlu...
Doğan'nın ayaklarının dibinde beni karşılamaya gelmiş iki ruh, iki mahlûkat. Kont ile Kontes. Kont; hırçın, huzursuz, yaramaz... Kontes; umursamaz, bencil, tembel... Kediler onun hayranı, o da kedilerin.
- İçeriye gel. Ufak bir tokalaşmadan sonra içeriye girdim. Kontes doğruca umursamaz bir tavırla yatağına döndü. Kont ise yürekleri okşayan nağmelerin geldiği plak odasına girdi. Hemen ardından ben girdim. Raflarda geçmişin kanıtları. 100 yaşını aşmışlar ama kıyamete kadar yaşayacaklar. Fonograf bile var. Her dönemin kendine has sesi. Çeşit çeşit pikap. Duvarda asılı duran saat, zamanın şahidi. Raflarda gündemin nabzını tutan efemera dergiler, kasetler. Şemaili ufka umutla bakan tablolar. Pikapta gönlü hoş eden bir nağme;
"Sonbaharın bizi daldırdığı rüya geçici,
Sararan dallarını çizdiği dünyaya geçici"Evet her şey geçici; rüya, hastalık, yaşam... Doğan plaktaki sesi tanıyıp tanımadığımı sorgularcasına bana bakıyordu. Kendimden emin bir edayla cevapladım:
- Dr. Alâettin Yavaşça...
- Tebrikler, otursana. Eski ahşap koltuğa oturdum. Yanımda iki katlı cam sehpa. İçinde mutlu bakışlarla eski fotoğraflar.
- Sevgide mi geçici?
- Geçmedi mi?
- Geçti.
- Değer verdiklerimiz uğruna hayatın nümayişlerine dalmadılar mı?
![](https://img.wattpad.com/cover/369693005-288-k897032.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TAHRİBAT MÜESSESESİ
General FictionZevat Tarumar, hayatının son evresinde, lenfoma teşhisiyle karşı karşıya kalan bir koleksiyonerdir. Bu teşhis, onun için bir son değil, yeni bir başlangıç anlamına gelir. Hayatın hüzünlü atmosferinde, geçmişiyle ve içsel dünyasıyla yüzleşirken, haya...