Bölüm 15: Sükûtta Şamata

173 8 12
                                    

İnsan kendisini nasıl kaybeder? Bu soruyu on beşli yaşlarımdan beridir hep sorarım kendime. Lakin bir çıkarımda bulunamadım. İnsan kendi başına gelmeyince anlamıyor. Bir süreç... Bir zorluklar silsilesi...

Algılarımı dış dünyaya kapatmıştım. Bir an önce eve varmak istiyordum. Eve yaklaştıkça da içimde biriken kaybetme korkusu daha da artıyordu. Sanki yıllardır görmediğim bir dostla son bir kez buluşmaya gidiyordum. Oysaki bu bir buluşma değil, bir vedalaşma olacak. Koleksiyonum... Hayatımın onca yılını adadığım, beni ben yapan tek dayanağım. Şimdi, onu da kaybedeceğim.

Her şey zamanla uçup gitti elimden. Tarifsiz bir boşlukta yaşıyorum yıllardır. Hem de sürekli artan bir boşluk. Sevgiyle dolması gerekirken... Sevgisizlik aşıladı insanlar bana. Pare pare mutluluğu söktü her gelen giden benden. Benliklerini kaybedip senci olan insanları gördükçe bende, gerçek beni sakladım nefesimde...

Yirmi dairelik koca apartmanın önüne gelmiştim. Issız bir ada gibi duruyordu şehrin ortasında. Kimsesiz... Duvarlar bile kendi kendini seyreder. Gerçi içinde insanlar olsa da fark eden bir şey yok; aynı ıssız... Komşun seni görünce selam vermez, gece gürültüsünden vaz geçmez.

Eve vardığımda kapıyı açarken ellerimin titrediğini fark ettim. Bu ev, bu dört duvar yaşamımın sessiz tanığıydı. İçeriye girdiğimde yılardır adım adım topladığım, her parçasına anlam yüklediğim koleksiyonum sessizce karşımda duruyordu. Onunla son kez baş başa kalıyordum. Her bir kitap, tablo, plak; bana zamanın izlerini ve geçmişin anılarını taşıyan emanetler gibiydi. Ama bu an onlarında veda zamanıydı...

Kapıya bakmadan kapanması için ittirdim. Ellerim titreyerek raftaki ansiklopedilere dokundu. Sayfaları sararmıştı. Zaman onları da eskitmiş. Her biri zamanında büyük bir tutkuyla biriktirilmişti. Her birinin ayrı bir hikâyesi var. Ama şimdi onlar da benim gibi zamana yenik düştü.

Gazetelerin olduğu odaya girdim. Gazete birikintileri arasında ellerimi üzerlerine dokundurarak gezmeye başladım. Bunlar zamanın tanıklarıydı. Yanlış ya da doğru. Kokusunu derin derin içime çektim. Kim demiş bunlar cansız diye! Benimle konuşan derttaş bunlar. Geçmişe yolculuk yaptıran şimendifer...

Karşı odaya geçtim. Kolonya, ispirto, kandil yağı vs. şişeleri ile selamlaştıktan sonra model arabaların olduğu rafa yanaştım. Parmaklarımın ucuyla dokundum. Tozlanmışlar, uzun zamandır temizlemiyordum. Bunları temizlemek kolay, asıl insanların gönüllerini temizlemek zor. Vicdanı birçoğunun yalanla dolu.

Arkamdaki raflara döndüm. Fenerler, lambalar ve kandiller... Geceyi gündüz yapan iştirak... Fevkalade buluş! Kimler bunu altında sohbet etti, kitap okudu? Hangi anneler çocuklarını uyuttu bu ışık altında? Hangi nefesler söndü? Kimler bu lambaların altında ilk nefeslerini soludu. Hep geldi geçti... Dünya bu; bitmez dediklerin biter, olmaz dediklerin olur.

Odanın ortasında, üzeri örtülü kapalı duran paralara dokunmak istemedim. Dünyayı satın alamıyorsun. Bunlarla aldıkların bile senin değil. Beş metrelik bez götürebiliyorsun sadece. Oda bedeninin şatafatını gizlemek için. Günahlarını örtebilir misin? Ya da milletin gözüne sokarak yaptığın sevapları...

Para masasının altında duran birkaç defter dikkatimi çekti. Bunlar benim kitaplarımı yazdığım ajandalar. Kimisi yayınlandı kimisinden ben bile bihaber... Tek tek elimle yazdığım. En üsttekini elime aldım. Kapağını açtım. Bu benim yazdığım son tiyatro eserimdi. Aklıma geldi de ben yazarlık hayatına ilk tiyatro ile başlamıştım. On bir yaşlarında bir velettim. Hey gidi zaman, sen ne nankörsün. Hiçbir yerde paylaşmamıştım bu eserimi. Adı; "Sükûtta Şamata". Sessizlikte çıkan gürültü demek. Şimdi içinde yaşadığım anı kastetmişim yıllar önce. Bir baba ve çocuklarının bir birlerinden intikam alma hikâyesiydi. Gerçek yaşamda bundan farksız aslında. Aile olmasa da hısım oluyor, arkadaş oluyor. Bu eserimdeki gibi hayat insanları bir birine düşüren bir mutabık. Yaşam bir tahribat müessesesi...

BİR TAHRİBAT MÜESSESESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin