Hayat debdebeli bir yolda yürüdüğümüz zaman şeridi. Tüm dünya sanki gözümün önünde yavaşlamıştı. Udi Fuat'ın uduna eşlik eden melodiyle birlikte hareket ediyordu. Kafamın içinde hastane odasında duyduklarımla yankılanıyordu. İyileşmek... Doktor, tedavimin olumlu sonuç verdiğini söylediğinde bile hiçbir heyecan hissetmedim. Belki de hayata dair fazla bir beklentim kalmadığı içindi bu. İyileşsem ne olacaktı ki? Her şeyin bir sonu vardı. Artık kendimi hazırlamam gereken tek şey buydu.
Hicazkâr sirtonun melodileri içime işliyordu. Her nota sanki zihnimde yankılanan içsel çatışmalarıma bir yanıt gibiydi. Fuat Abi'nin udunun telinde çıkan her titreşim, beni anbean bu dünyada koparıyor; o belirsizlikler dünyasına daha da yaklaştırıyordu. Yalnızdım... İnsanların arasında kaybolmuş gibi. Her anım bir boşlukta yankılanıyordu. Ama her yankı sessizliğe karışıp kayboluyordu.
Gözlerimi kapadım. Müzik, bir hayalet gibi etrafımda dolaşıyor. Yıllar boyunca biriktirdiğim anılar, insanlar, nesneler arasında geziyordum. Koleksiyonum... Her parça, her sayfa ve her küpür sanki içimde birer mezar taşıydı. Benim için koleksiyon beni, benim fikirlerimi oluşturan anılardı. İki gün içinde yok olacaktı. Müzeye gitmeye kara verdim. Durumu anlatınca hızlıca alırlar belki de eşyaları. Hem böylesi daha iyi olacaktı sanki. Ben gitsem bile çok kişi görecek benim parçalarımı... Hem müzeyi çok kişi ziyaret eder. Bu şekilde de artık ruhum huzur bulabilir.
Udi Fuat'la göz göze geldik. İkimizde başımızı hafifçe önümüze eğerek birbirimizi selamladık. Onu ve dinleyenlerini udun çıkardığı nağmelerin arasında bırakarak müzeye doğru yola koyuldum. Dünya fikirlerin gömülü olduğu bir hayal çöplüğü... Müzeler mazinin yaşanmışlarının saklandığı girift kasa... Şehirdeki bu müzeyi her yıl en az bir kere ziyaret ettim. Her zamanda yerliden çok yabancı turistle karşılaştım. Bizimkiler tatili bir otel odasına tıkılıp bazen deniz kenarından paylaşılan birkaç fotoğraftan ibaret sanıyorlar. Geçmişin izlerini aramayıp köklerini sorgulamaktan aciz! Tarih bilmeyen, geçmişini anımsayamayan geleceğini anlamlandıramaz. Köklerinden koparılmış toplumlar elbet bir gün benliklerini kaybetmeye mahkûmlardır.
Kaldırım boyunca dükkânlar dışına taşmış. Sığmıyor kimse yaşamına. Başkasının alanına girmekten çekinmiyorlar. Ama mutlular. Ya da öyle görünüyorlar. Bir zamanlar bende öyleydim. Mutsuz olsam bile mutlu gibiymiş yapardım. Hep neşeli görünmeye çalışırdım. Diğer insanları da neşelendirdim. Asıl böyle insanlar temelinde hüznü vücudunun her zerresinde hissederler. Kendi acılarını gülümsemelerinin sırlarına gömerler. Charlie Chaplin'inde dediği gibi; "Gülüşlerim, acılarımı örtmeye çalışan ağır işçilerdir." Gülmek zaten istem dışı yapılan eylemdir. Gülmenin zorunluluğu insanın harabatı... İnsan asıl kendi başına kaldığında gerçek benliği ortaya çıkar.
Düşünüyorum da kendime yeni bir karakter oluşturdum. Yalnız kalınca ya da toplumda kendimi yalnız hissettiğimde onunla konuşuyorum. Bu çocukluğumdan beridir böyle. Herkeste böyle mi ki acaba? Hayalinde ikinci bir kişilikte zuhur ediyorlar mıdır? İkincil benlik diye oturup dert yandığımız nefsimiz mi yoksa? Bilirsiniz herkesin kötülüğü içinde olduğu kadar iyiliği de içerisindedir. Vicdanı ve iradesi kime hizmet ediyor? Size mi ikincil benliğinize mi? Benim gibi başkaları da kendine soru sorup cevabını da arıyor mudur? Bence arıyordur. Herkes zekası nasibinde yaratır kendisini!
Müzeye bir hayli yaklaşmıştım. Yine düşüncelere dalınca bende zaman mefhumunun bir anlamı kalmıyor. Böylelikle yarım asrı bitirdik. Daha ne kadar daha gideriz, bilinmez. Arkamda birisinin beni takip ettiğini hissettim. Dönüp arkama baktığımda baş belasını gördüm; Fehmi Komodor... Gözlerini bana dikmiş ardım sıra beni takip ediyor. Bir penguen misali iki yana yalpalaya yalpalaya yürüyerek geliyor. İstediğini elde edesiye kadar şansını tekrar tekrar kovalamaktan vaz geçmiyor. Onu gördüğümü fark edince bana bağırarak elini sallamaya başladı:
![](https://img.wattpad.com/cover/369693005-288-k897032.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TAHRİBAT MÜESSESESİ
General FictionZevat Tarumar, hayatının son evresinde, lenfoma teşhisiyle karşı karşıya kalan bir koleksiyonerdir. Bu teşhis, onun için bir son değil, yeni bir başlangıç anlamına gelir. Hayatın hüzünlü atmosferinde, geçmişiyle ve içsel dünyasıyla yüzleşirken, haya...