İnsanların arasını mesafeler açmaz, yaşanmışlıklar belirler; menfaatler, fesatlıklar... Yoksa insanlar birbirini sevdi mi mesafenin bir anlamı olmaz. Görmek; her zaman özlem gidermez. Otogarlar şehrin nabzını tutan mekânlardandır. Otogarın yolcu giriş çıkış kapısının önündeki koltuğa oturdum. Mavi takım elbiseli bir adam girdi ilk... Ciddi, mağrur gözlere sahip... Kapının girişinde durdu önce, sağına soluna bakında. Birini arar gibi... Sonra yürümeye devam etti. Adam yeni bir şehre girerken sanki sağa sola bakarak insanları selamlıyordu. Ardından diğer kapıdan elinde iki büyük bavulla yürüyen adam dikkatimi cezbetti. Yüzünde derin çizgiler, gözlerinde uzaklara dalmışlık... Adamın yanında genç bir kadın ve küçük bir çocukla beraber yürüyorlardı. Kadının yüzündeki endişe, çocuğun ise meraktı bakışları, hemen dikkat çekiyordu. Kalabalığın içinde genç bir adam, sırt çantasıyla hızlı adımlarla ilerliyordu. Kulağında kulaklık, müziğin ritmiyle adımlarını uyumlu hale getirmişti. Yüzünde bir kararlılık vardı. Sanki hayatın ona sunduğu tüm zorluklara karşı mücadele etmeye hazırdı. Hedefine ulaşmak için gereken her şeyi yapmaya kararlıydı.
Bir veznenin önünde otobüs bileti almak için sıra bekleyen bir grup öğrenci vardı. Neşeyle sohbet ediyor, kahkahalarla şakalaşıyorlardı. Belli ki bir yolculuğa çıkmanın heyecanı içerisindeydiler. Her biri hayatlarının belki de en güzel dönemlerini yaşıyordu. Geleceğe dair büyük hayalleri, umutları vardı.
Otogarın içinde; her köşede, her insanın yüzünde hayatın farklı bir kesiti... Her biri, kendi hikâyesini, kendi acılarını, sevinçlerini taşıyordu. Derin insan manzaraları burada, bu otogarda da kendini gösteriyor. Bu küçük resmin bende bir parçası olduğumu hissettim.
İnsan doğası ve ilişkiler üzerine olan bu içsel sorgulamalar beni derin düşüncelere itmişti. Otogarın karmaşası ve insan kalabalığı arasında kendimi biraz daha soyutladım. Beklerken, gelen giden insanları izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Her birisi kendi hikâyesinde, kendi hayatının başrolünde oynuyordu.
Yılmaz, benim uzun süredir görmediğim bir dostumdu. Hayat gayesi her birimizi farklı bir mecraya sürükledi. Hâlbuki hayatımın bir döneminde yanı başımdaydı. İnsanın yaşamı boyunca karşısına çıkabilecek dost sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Herkes neredeyse karşılıklı çıkar peşinde... Koşulsuz niyet gösterebilen nadiren...
Otogara yeni yaklaşan otobüsten inen yolculardan Yılmaz'ı hemen teşhis ettim. Uçları uzun, kirli sakallı haliyle dikkat çekiyordu. O da bayağı yaşlanmış. Zaman pusuda bekleyen hain bir düşman... Bütün sıkıntılar zamanla geçer derken kendinden geçen sadece insanın kendisi oluyor.
Yılmaz Taşlı, otogarın kapısından girerken ayağa kalkmadan bekledim. Beni tanıyıp tanımayacağını merak ediyordum. Gözlerini bana dikerek üzerime doğru yürümeye başladı, tanıdı beni:
- Merhaba, eski dostum. Bende hemen ayağa kalkarak ona sarıldım:
- Merhaba, Yılmaz. Ne kadar oldu?
- Nereden bakarsan 20 yılı geçti.
- Çok uzun ya da kısa yıl yığını...
- Burada ayaküstü mü konuşacağız Zevat?
- Haklısın Yılmaz, merkeze gidelim, yemek yeriz.
- O kadar vaktim yok. Belki 1 saat. Son demlerimi yaşıyorum deyince seni görmeye geldim.
- Eyvallah Yılmaz. O zaman gel otogarın kafesinde oturalım.
Otogarın içinde bulunan kafeye geçtik. İki çay ve simit alarak boş bir masaya oturduk. Yaşlılık Yılmaz'a yakışmış. Gözlüklerinin camları daha da kalınlaşmış:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TAHRİBAT MÜESSESESİ
Ficción GeneralZevat Tarumar, hayatının son evresinde, lenfoma teşhisiyle karşı karşıya kalan bir koleksiyonerdir. Bu teşhis, onun için bir son değil, yeni bir başlangıç anlamına gelir. Hayatın hüzünlü atmosferinde, geçmişiyle ve içsel dünyasıyla yüzleşirken, haya...