IX. Aristide

6 3 0
                                    

   "Alvis?" Aris gözlerine inanamadı. Ama o boynuzları nerede görse tanırdı. Alvis kapıda dikilmiş boş gözlerle ona bakıyordu. Aris bir an için Alvis'in onu tanımadığını düşündü.
   "Aristide?" dedi Alvis sonunda.
   "Ne?" Caius önce Aristide'ye, sonra Alvis'e baktı. "Onu tanıyor musun?"
   "Tanıyorum. Burada ne arıyorsun?" diye sordu Alvis odanın içine doğru birkaç adım atarak. "Riwelter'de olduğunu sanıyordum."
   "Oradaydım," dedi Aristide. Caius'a beklenti dolu bir bakış attı ama Caius Alvis'e bakıyordu. "Üzerimden kalkar mısın?"
   Caius sanki ne yaptığını unutmuş gibi, bir Alvis'e bir Aristide'ye bakıp, yavaşça doğruldu. Aristide ayağa kalktığında Caius çoktan kılıcı eline alıp Alvis'e dönmüştü. "Bir açıklama yapacak mısın?"
   Alvis Caius'a bakmadan konuştu, "Açıklayabilmem için benim de neler olduğunu bilmem gerekiyor." Sonra Caius'a dönüp devam etti, "Ve ben de hiçbir bok bilmediğime göre, hayır. Sana yapacak bir açıklamam yok, Caira." Sözlerinde herhangi bir duygudan eser yoktu.
   Aristide endişelenmeye başlıyordu. "Alvis?"
   Daha Aristide lafa giremeden, "Şimdi olmaz," dedi Alvis. "Liz ve Griff birkaç nöbetçinin icabına baktı ama eksikliklerinin hissedilmesi uzun sürmez. Birileri her an bu kata çıkabilir. Buradan çıktıktan sonra konuşuruz." Caius'un elindeki kılıca uzandı. Aris, Caius'un karşı koymasını bekledi ama Alvis kılıcı kolaylıkla Caius'tan alıp kapıya doğru yürümeye başladı.
   Koridorda, kocaman kanatları olan kırmızı takım elbiseli bir adama kılıcı verip üst kata çıkmasını izledikten sonra, Caius sarışın bir kadınla önde, Alvis ve Aristide arkada, balo salonuna döndüler.
   Caius ve kadın şatodan ayrıldıktan birkaç dakika sonra, Alvis ve Aristide onları takip etti. Bir süre yürüdükten sonra adımlarını şatonun yakınlarındaki ormana çevirdiler. Ormanın biraz içerisinde bir açıklıkta, Caius ve kadın, yanlarında kılıcı alan kanatlı, uzun boylu adamla birlikte onları bekliyordu.
   Caius, ucunu yere sapladığı kılıca iki eliyle yaslanmış Aristide'yi izliyordu. Gözgöze geldiklerinde Aristide bakışlarını yere çevirdi.
   Alvis ellerini birbirine vurup, Caius'un yanında durdu. Dört kişi Aristide'nin karşısında dikilmiş ona bakıyorlardı. Aristide en azından Alvis'in onun tarafında olacağını sandığı için biraz ihanete uğramış hisseti. Ama gerginliğini belli etmemekte kararlıydı. Başını dik tutup Caius'un gözlerinin içine baktı.
   "Anladığım kadarıyla kılıç için buradasın," diye söze girdi Alvis.
   "Evet," dedi Aristide kısaca.
   "Neden?"
   "Sadece kısa bir süreliğine ona ihtiyacım var. İşim bittiğinde size geri getiririm."
   "Dalga mı geçiyor?" diye sordu kadın.
   "Hayır," dedi Caius Aristide'den önce davranıp.
   "Bu kılıçla ne işin var ki?" diye sordu Alvis. "Neden istediğini sordum." 
   Aristide cevap vermedi. Ama belli ki cevap vermesi gerekmiyordu zaten.
   Alvis'in baykuş maskesinin ardındaki mavi gözleri, Aristide'nin gözlerini yakaladığında, Alvis'in anlaması sadece üç saniyesini aldı. Tekrar konuştuğunda, karşılaştıklarından beri sesine yapışmış olan duygusuzluk yok oldu. "Buldun." Başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Aristide'nin de cevap vermesine, çünkü ikisi de Alvis'in haklı olduğunu biliyordu.
   Aristide yine de kafasıyla onayladı.
   "Ne zaman?"
   "Bonehill'den ayrılmadan önce."
   "Bana neden söylemedin?" diye sordu Alvis, Aristide'nin duymaya alışık olmadığı kadar dargın bir sesle.
   "Kendi başıma halletmek istedim."
   "Bölüyorum ama," diye araya girdi kanatlı adam. "Neden bahsediyorsunuz?"
   Aristide cebinden sayısız kez buruşturup düzelttiği, dörde katlanmış kağıdı çıkarıp Alvis'e uzattı.
   Caius, Alvis'in omzunun üzerinden elindeki kağıda baktı. "Esneparaña?" diye yüksek sesle okudu.
   Kaç defa okumuş olursa olsun, yüksek sesle söylenen kelime, Aristide'nin tüylerini diken diken etti.
   "Kılıca bunun için mi ihtiyacın var?" diye sordu Caius küçümseyen bir tavırla.
   "Evet."
   "Bu şey on santim bile değil."
   "Daha çok üç metre," diye düzeltti Aristide.
   Caius kaşlarını çatıp kağıda bakmaya devam etti.
   "Yardım etmeme izin ver," dedi Alvis sonunda kafasını kağıttan kaldırıp.
   "Alvis-"
   "Eğer kılıcı sana verirsek ve bu yaratığı öldürmeye çalışırken sana bir şey olursa, kılıcı geri alamayız. Ama eğer seninle gelirsek hem sana yardım edebiliriz hem de kılıcı kaybetmemiş oluruz." Alvis'in sözlerinden sonra birkaç saniye kimse konuşmadı. Aristide Alvis'in kendisi için böyle bir zahmete gireceğini düşünmemişti. Ne diyeceğini bilmiyordu.
   "Ona neden yardım edelim ki?" diye sordu Liz.
   "Çünkü yardımımızı istedi," dedi Alvis.
   "İstemedi aslında," diye düzeltti Caius.
   "İstemesi gerekmiyor! O bizim arkadaşımız," dedi Alvis, Aristide'nin bile kafasını karıştırarak.
   "Değil aslında," diye düzeltti kanatlı adam.
   "Senin arkadaşın, bizim değil."
   "Kılıç bende kalır."
   Herkes susup Caius'a baktı.
   "Ne?" diye sordu Aristide çünkü Caius ona bakıyordu.
   "Yaratıkla karşılaştığımızda kılıcı alabilirsin, ama o zamana kadar bende duracak."
   Aristide inanmaz gözlerle Caius'a baktı. Birkaç kere ağzını açıp kapattıktan sonra, "Tamam," diyebildi.
   Caius, yaslandığı kılıcı omzuna atıp arkasını döndü. "Burada daha fazla beklersek geceyi Brimtzen mahzeninde geçiririz. Yürüyün."
   Sarışın kadın ve kanatlı adam birbirlerine bakıp iç geçirdiler. Sonra Caius'un peşinden yürümeye başladılar.
   Aristide'nin ne olduğunu anlaması için birkaç saniye geçmesi gerekti.
   "Gel hadi," dedi Alvis kolunu Aristide'nin koluna sararken. "Kasabaya dönünce konuşacağımız çok şey var."
   Aristide kafasını sallayıp itiraz etmeden Alvis'le beraber ormanın dışına yürüdü.
   Alvis ve arkadaşlarının kasabada kaldıkları yere vardıklarında, sarışın kadının "Bir gece için yeterince sinirimi bozdunuz. Bu konuyu yarın tartışacağız," sözleriyle herkes odasına çekildi.
   Aristide, Alvis'in odasına girerken, yan odanın kapısını açmakta olan Caius'un bakışlarını görmezden geldi.
   Odaya girdiklerinde Alvis bir kibrit bulup masadaki gaz lambasını yaktı. Sarı loş ışığın aydınlattığı oda, üzerinde kahverengi bir çantanın olduğu bir yatak, bir masa ve bir sandalye dışında boştu. Rutubetle sararmış duvar kağıdı odayı hastalıklı bir turuncuya boğuyordu. Tozdan ardı görünmeyen pencere yatağın solunda, masanın hemen yanındaydı.
   Aristide masanın önündeki sandalyeyi yatağa doğru çevirip oturdu. Alvis yatağa, Aristide'nin karşısına oturmak yerine, yere çöküp bağdaş kurdu. Aristide verdiği karardan duyduğu pişmanlığı belli etmeden Alvis'e gülümsedi.
   Alvis, "Sana kızgın olmadığımı sanma," diye karşılık verdi.
   "Üzgünüm. Kızmakta haklısın." Aristide iç çekerek omuzlarını düşürdü. "Aslında trende karşılaştığımızda söyleyecektim."
   "Neden söylemedin?"
   "Çünkü o boğa adamlarla dövüşüyordun. Senin de kendi problemlerin var, benimkileri üzerine yığmak istemedim," diye itiraf etti. "Bu benim kendi başıma halletmem gereken bir mesele."
   "Eğer bana söylemiş olsaydın işler karışmadan çözebilirdik."
   "Biliyorum. Ama sen de Sphellend'e geldiğinden bahsetmedin," dedi Aristide kaşlarını kaldırarak. "Sen nereye gittiğini söyleseydin, ya da en azından kılıçtan bahsetseydin her şey daha farklı olabilirdi."
   Alvis pişkin pişkin sırıttı. "Bak orda haklısın işte. Ama her neyse. Sonuçta konuştuk, anlaştık. Liz seni öldürmeye çalışmadan hem de. Daha kötüsü de olabilirdi."
   "Beni Liz değil, Caius öldürecekti," diye düzeltti Aristide.
   "İnan bana, eğer Caira seni öldürmek isteseydi, çoktan ölmüştün," dedi Alvis yüzünde çarpık bir gülümsemeyle.
   Aristide ne diyeceğini bilemedi. "Bana adının Caius olduğunu söyledi," diye konuyu değiştirdi.
   "Doğruyu söylemiş."
   "Ama sen ona Caira diyorsun."
   "Caius Caira. Bir ismi daha olduğuna eminim ama henüz öğrenemedim. Fark etmediysen, kendisi biraz asosyal," dedi Alvis yalandan fısıldayarak.
   "Fark etmedim."
   Alvis kaşlarını kaldırdı.
   "Anlamıyorum, bana yardım etmeyi neden kabul etti?" diye yüksek sesle düşündü Aristide. "En çok karşı çıkacak kişi oymuş gibi gözüküyordu oysa."
   "Aslında çok basit."
   "Öyle mi?"
   Alvis gözleri kapalı kafasını salladı. "Evet."
   "Beni aydınlatabilir misin?" diye sordu Aristide alaycı bir sesle.
   "Çünkü bu tam da Caira'nın aradığı şey."
   "O da ne demek?"
   "Caira'yla tanıştığımda ona bir söz verdim. Aradığı şeyi bulmasına yardım etmek için. O günden beri yüzlercesini buldum. Sen de ona bir sonrakini verdin."
   "Anladığımı sanmıyorum, Alvis."
   "Dur baştan anlatayım."

Gecenin Ardında - BronzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin