8. Bölüm

90 12 1
                                    

Uzun aradan sonra merhabaa :* Multimediada İdil var.

Onun lafıyla onu vurmuştum. Aslında bana bu cesaret nerden geliyordu hiç bir fikrim yok ama onun yanında her şeyi unutuyordum yeni bir İdil oluyordum adeta.

Yavaş yavaş kendimi Emir Kaya dan uzaklaştırırken aniden beni belimden kavrayıp tekrar kendine çekti. Sen ne yapıyorsun demek için ağzımı açmıştım ama bana fırsat vermeden "Seninle çok eğleneceğiz" deyip beni bıraktı.

Çok ukalaydı şuana kadar bile ona dayanmam bir mucizeydi. Asıl en önemli şeyi unutmuştum. Biz burada hala kilitliyiz. "Emir burada daha ne kadar kalacağız mutlaka çıkmamızın bir yolu vardır." Dedim ve sözlerimi tamamlamadan cebinden bir anahtar çıkardı. Hayır ya hayır beni yine kandırmıştı. "Sen kendini ne sanıyorsun sabahtan beri bilerek benimle burada kaldın." "Çok konuşuyorsun baş belası." O kadar sinirlenmiştim ki kapıyı açmasına izin vermeden üstüne atladım anahtarı almak için. Resmen benimle oyun oynuyordu. Anahtarı havaya kaldırıp almamı engelliyordu. Tamam belki biraz kaslı ve 1.80 boyunda olabilir ama ben ısrarla zıplayarak o anahtarı almaya çalışıyordum.

"Daha ne kadar zıplayacaksın İdil?" Bana adımla seslenmişti İdil bu isim neden ilk defa bana bu kadar güzel gelmişti? Emir'in nefesini kendime bu kadar yakın hissetmek hoşuma gitmişti ama İdil kendine gel diye irkildim ve tekrar zıpladım. Bu sefer Emirin ayağına bastım ve dengemi kaybedip kendimi yerde buldum. "Bileğiiim!" diye inlerken çok acı çekiyordum.

Sürekli bir yerlerime bir şey olmasından bıkmıştım artık. Hep bu Emir denen odun yüzünden her yerim acıyordu. Ayağı kalkmaya çalışırken tekrar popomun üstüne düştüm. "Ahh! Çok acıyor."

Biraz da Emir'in dikkatini çekmek için sanki acıdan ölüyormuşum gibi bağırıyordum. Emir bağırmalarıma yüzünü ekşiterek karşılık verse de olsundu. Sonçta bir tepki gösteriyordu değil mi?

"Tamam tamam kes sesini gürültücü. Sanki kırıldı bacağın. Dur haraket etme." Bu sözleriyle yine beni susturacak bi hareket yaptı. Beni dikkatlice kucağına aldı. Donmuş vaziyette Emir'i izliyordum. Kapıyı zorlanmadan açarak beni motoruna bindirdi.

Artık konuşmam gerektiğini hissetmiştim çünkü bu sefer de bana kaskı takıyordu. Ürkek harflerle "Ne yapıyorsun?" diye sordum. "Hastaneye gidiyoruz." "Ne? Nasıl? Yok hiç gerek yok hem ayağım kırılmadı ya. Hafif bir şey. Ben bileğimi sararım olur biter."

Hastaneye gitmek istemiyordum. Ogün'ü hastaneye götürdüğümüzden beri zaten kokusu üstümden çıkmamıştı. En nefret ettiğimden: Hastane kokusu.

"Peki, madem o kadar kötü değildi neden bu kadar yaygara koparıyorsun gürültücü?" "Canımız acıdı herhalde. Biz de beton değiliz dimi?" Yorgun gözlerle beni izledi ve sessizce oflayarak öne bindi. "Şimdi nereye gidiyoruz?" diye sordum utanarak. Ona fazlasıyla yük oluyordum ve bunun kesinlikle farkındaydı. "Seni evine bırakıcaz prenses." diyerek motoru çalıştırdı. Hayır! Olamaz! Ev olmaz.

"Neden?" diye sorarken motoru kapadı ve bana döndü. "Ne?" "Neden ev olmazmış?" "Ben onu sesli mi söyledim?" Kafasını olumlu anlamda salladı. "Şey, ben evde annem şimdi gereğinden fazla endişelenir. Gereksiz yere evi ayağa kaldırır. O yüzden beni eve götürmesen?" Ona fazlasıyla yakından yavru köpek bakışımı gönderdim. Ancak onun kızgın bakışları beni delip geçmiş, benim bakışlarımdaki yavru köpeği bile acımadan uyutmuştu. Ancak kararlılığım ve yüzsüzlüğüm sayesinde -ki elimde bir tek bunlar kalmıştı- ona bakmayı sürdürdüm. En sonunda pes edercesine önüne döndü ve motoru tekrar çalıştırdı. Ben de tekrar konuşmaya korktuğum için nereye gideceğimizi bilmeden Emir'in beline ellerimi sardım.

SİYAHI TATMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin