3.

1K 200 15
                                        

Aradan 1 hafta geçti ve ben teklife evet dedim. Zaten kaybedecek neyim vardı ki? En azından kazanmayı denemeliydim. İnsan zaten dipten gökyüzünü daha net görmez miydi? Hayatıma birkaç insan dahil olacaktı sadece,  en azından ben böyle düşünmek istiyordum. Esra, Aleyna ve Ferman üstüme geliyorlardı haklı olarak ama onlara çaresiz olduğumu göstermekten bıkmıştım. Beni onlardan başka kim daha iyi anlayabilirdi?

"Göz altların mor, ellerin buz, böyle yaşanmaz." Diyerek sıraya yanıma oturdu Esra. "Al bunu iç bakalım." Önüme koyduğu sıcak çikolataya gülümsedim ve teşekkür ettim. Gözlerimde ki yaşları saklamaya çalışmadım, soğuk ellerimde hissettiğim sıcak karton bardağı sımsıkı tuttum ve dudaklarıma yaklaştırdım. Tam yudum alırken yanağıma doğru yol olan sıcaklığı umursamadım. Zihnimin, ruhumun çığlıkları beni derin bir sessizliğe gömdü. Uzun süredir uğraştığım sınav yaklaşıyordu, umursamaz ve tek dertleri para olan ailem daha çok üstüme gelmeye başladı ve başıma bir de Devran delisi çıktı. Dervanla nasıl uğraşacaktım hem de üniversite sınavı yaklaşmışken? Esraya sarıldım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Elleri saçlarımda dolanmaya başladığında, "Üzülme tamam mı? Gerekirse bizde yardımcı oluruz sana. Halledeceğiz birlikte Çilem."

Kafamı tamam anlamında sallayıp kafamı omuzundan kaldırdım. Karşımda Ferman ve Aleynayı gördüm. Onlarda gülümseyip, bana olan kızgınlıklarını yok saymaya çalışıyorlardı. Bense aklımdan çıkmayan korkuya rağmen canım arkadaşlarıma gülümsedim. Ders bitiminde üstümü lavaboda değiştirdim ve Gani beyden aldığım Devran'ın telefon numarasına mesaj yolladım.

-Devran nasılsın? Buluşalım mı?-

-Tabi ki buluşalım Buğlem'im. Nereye geleyim?-

Sinirle ofladım ve aynada kendime baktım. Telefonumdan Gani Beyin yolladığı Buğlemin fotoğrafını açtım. Ne kadar da güzeldi; hayat dolu gülümsemesi, turuncu, kıvırcık ve uzun saçlarıyla, bembeyaz teniyle güneş gibi parlıyordu. Beyaz tenli oluşumdan başka Buğleme benzeyen hiçbir yerim yoktu ki! Neyimi veya neremi benzetmiş olabilirdi? Deli işte ne düşünüyorum ki! Devran'a adresimi attıktan sonra aynada son kez üstümü ve makyajımı şöyle bir kontrol ettim. Birbirimizi ilk gördüğümüz Sakarya Caddesini, fakat kafe olarak başka bir kafeyi tercih ettim onunla buluşmak için. Adımlarım geri geri gitse de yaşayacağım rahat üniversite hayatını düşündüm. Ayaklarımdan bacaklarıma gelen bir uyuşma ve titreme kalbime kadar ulaştı. Kafenin yolu bana çölden bir buzul gibi geliyordu. Derin derin nefesler alarak kendime geldim, kafeye girdim. Camın kenarında oturmuş dışarıyı izliyordu, bembeyaz teni ve siyaha çalan saçları onu ruh gibi gösteriyordu. Dikkat çekici dudakları, insanın kalbini ezen ela gözleri, gür fakat düzgün kalkık kaşları ve hafif kemerli burnuyla dünyanın en düzgün insanına benziyordu. Ama sadece benziyordu! Beni görür görmez ayağa kalktı, yanına adımladığımda o da bir adım attı ve işaret parmağıyla burun deliklerime birer kez dokundu. Kaşıntıyla hapşırırken kıkırdadı ve masada ki peçeteden verdi. Neden burnumla oynadı şimdi bu? Şaşırdım fakat tepki vermemem gerektiğini hatırladım. Öylece yüzüne baktım... Burnumun deliklerini, ucunu, yanlarını küçük dokunuşlarla seviyordu. Korkunç bir gülme isteği içimde dolup taştı ve dışarıya kahkaha olarak kaçtı. Burnumu çektim ve dokunduğu yerleri elimin içiyle hemencecik sildim.

"Yapma, huylanıyorum."
Gülümsedi ve soğuk eliyle utançtan ve gülmekten kızaran, sıcak yüzüme dokundu. Yüzümle ne alıp veremediği vardı bunun? Çenemi tuttu ve kendine çevirdi.

"Hep böyle utanır ve huylanırdın. Hiç değişme olur mu Buğlem'im?" Dedi neşeyle ve garsona işaret verdi. İkimize de yemek söyledi. Ben her zamanki yediğimden istiyorum dedim ve önüme gelecek olan yemeği merakla beklemeye başladım. Devranın yemeği gelmişti ama benimle yemek için, benim siparişimin gelmesini bekliyordu. Önüme sebze yemeği geldiğinde yüzümü ekşitmeden duramadım. Buğlemin de yemek zevki ne kadar muhteşemmiş böyle! Yemeği zar zor yedikten sonra kafeden çıktık. Sakarya Caddesini aşıp Meşrutiyet Caddesine ulaştığımızda karşıdan karşıya geçerken koluma yapıştı. Önünden ilerliyordum fakat beni geriye çekerek yanına aldı. Elimi sımsıkı tutup bana bakmaya devam etti.

"Elimi hiç bırakmazdın ne oluyor sana? Neden böyle davranıyorsun? Bir şey mi yaptım?" Sesi öfkeli ve telaşlı çıktı. Panikle ne yapacağımı şaşırdım, sustum ve önüme döndüm. Yüzünde ki öfke ve gözlerinde ki donukluk kaçma istediğimi uyandırdı. Hemen bir şeyler düşünmeliydim. Buldum! Gani beyin söylediklerini kullanabilirim!

"Ellerimin içinde ki yaraları unutuyorsun sanırım?" Sesimi alınganlık yapmış gibi şımarık bir ses tonuyla çıkardım. "Bana kızmak için yer arıyorsun bugün! Küstüm sana."

Kendimden utanıyorum!

Yüzünde ki derin öfkenin yerini hafif bir tebessüm aldı. Duygu değişimlerinin hızı insanı şaşkına çeviriyordu.
"Özür dilerim Buğlem'im, unuttum." Elimi bıraktı ve serçe parmağımı tuttu. Sanki bir çocuk edasıyla serçe parmağımı sımsıkı tutuyordu. Sokakların haberi olmadan üstünden bir nokta ve de bir roman yazarı geçiyordu. İki zıt eylem birbiriyle karşılaşmamak için birbirini takip ediyordu. Ondan kaçamıyordum, kaçamazdım; fakat o da bana mecburdu bu saçma hayatına bir nokta olmam için. İçimden geldiği gibi değildim, ben zaten hiçbir yerde kendim olamamış biriydim.

"Şimdi seni nereye götüreceğim tahmin et?" Dedi heyecanla.

"Sinemaya mı?" Gülümsemeye çalışıyor bir yandan da büyük ellerinin içinde kaybolan parmağımı kurtarmaya çalışıyordum. Neyse ki fark etmeden elimi alabilmiştim.
"Hayır sevgilim, lunaparka gidiyoruz! En sevdiğin oyuncağa, hız trenine bineceğiz." En son geçen sene çarpışan arabalara bindiğimde istivar etmiş ve neredeyse baygınlık geçirecektim, sanırım bu sefer ölmeye gidiyordum!

46'lık AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin