Küçük bir yara bazen küçük bir ölüm doğurur; hakkım olmadan yara almıştım ve içimde bir şeyler ölüyordu durmadan. Onları takip etmekten vazgeçip limon pazarından tek bir tane sigara ve kirpit aldım. Kokusundan nefret ediyordum fakat, arada sırada çok üzüldüğümde arkadaşlarımdan alıp içiyordum. Bir kafeye geçtim hemen, şekerli bir kahve alıp dışarıda boş olan bir sandalyeye oturdum. Sigaramı yaktım ve kahveden de bir yudum aldım. İhanete uğrayan bile ben değil, Buğlem diye düşündüm ve bu tezatlığa güldüm. Gözlerimden şikayet edersem Allah'a isyan etmiş gibi olurum diye tövbe ettim ve sürekli dolan gözlerimi sildim. O kız kimdi? Ben neden bu kadar üzülmüş ve kıskanmıştım? Korkak gibi kendime itiraf edemesem de kalbim bana bağırıyordu; ben Devran'a alışmıştım ve ondan hoşlanıyordum, o ise sadece nişanlısı Buğlem'e aşık bir adamdı, çünkü geçmiş en çokta kedere sadıktı Devran için. Uzun uzun oturup öylece Devran'ı ve yaşadıklarımızı düşündüm. Havanın karardığını yeni farkediyordum. Yorgun adımlarımla güçlü görünmeye çalışan bir zavallıydım. Şimdi onu ilk gördüğüm yere gidecek ve yine onu kafamdan atmak için kendimi derse verecektim. Kitap kafeye gidip saatlerce ders çalışmak bana iyi geldi, kafamın içinde dönüp duran hain görüntüler biraz olsun silindi. Ders çalışmam bittiğinde çantamı topladım ve yerimden kalkacaktım ki yaşadığım dejavuyla duraksadım. Gülüşüyle beni susayıp, yaşatacağına inandırmak isteyen kırık bir vazoydu o; ben ise solmaktan rengini yitirmeye başlayan bir çiçektim. Elini kaldırıp salladığında, yüzünde ki gülüş yavaş yavaş kaybolup yerini ifadesizliğe bıraktı. Öfke ve sevginin arasında mekik dokuyan hislerim son adımını sevgiye doğru attı. Gülümsedim ve koşarak binadan inip yanına gittim. Karşımda beliren yüz bütün santimleriyle içimde kilometrelerce oyuk açıyordu. Deliler gibi hesap sormak istiyordum. 'Kimdi o kız? Seninle ne işi vardı? Aklın başına geldi de şimdi ihanet etme peşinde misin?' Diye yüzüne haykırmak istedim.
"Gel, evin seni özledi." Diyip kollarını açtı ve iki eliyle gel işareti yaptı. Uçurumlarla dolu bakışlarından atlayıp kalbine çakılmak istedim. Buğlem'in toprağından, gözaltlarına bulaşan karalığa; beyaz bir sayfa olmak, o sayfaya yazdığı ilk isim olmak istedim. Ama yüzünde herzaman ki gibi delirmiş gülüşü ve utanmaz güzelliği vardı. Koştum, kalabalığın içinden usulca süzülen balık gibi, sonumu bile bile oltama doğru süzüldüm. O an tenime değen nefesi, sudan çıkmış balık gibi kalbimi çırpındırdı.
"Nerelerdesin sen?" Diyebildim sadece. Boğazımda ki düğüm sesimi kesen bir hançer oluverdi. "Beni hiç aramadın."
"Yılbaşı tatili falan işte sevgilim. Sen neler yaptın?" Kafamı kaldırıp yüzüne baktığım an burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurup, elleriyle saçlarımı karıştırdı ve bir tutamını alıp öptü. Arada bir burnumun ucunu öpüyor, parmağını kulağıma sokmaya çalışıyordu. Gülmemek için kendimi zor tuttum, ellerini tutup kendime çektim ve yüzünü yakınıma getirdim. Ah benim deli yanım! Ah benim yüzüne bakınca akıllandığım! Yutkundu ve gözlerini bir an olsun ayırmadı yüzümden. Burnumun ucunu tekrar öptü ve elinin birini yüzüme getirip gezdirmeye başladı.
"Buğlem sen..." soğuyan sesiyle ve sıcak nefesiyle bütün soluğumu arafta bıraktı. Nefes alamadım ve konuşamadım. Gözleri yüzümü karış karış incelerken, yüzünde ki gülümse de yavaş yavaş soldu. Yoksa benim farklı biri olduğumu fark mı ediyordu? Paniğimi belli etmeden geriye gittim ve elini tutup, arkamı dönerek onu sürüklemeye başladım. Kafasını başka şeylere yöneltmeliyim diye düşündüm. Susuyor ve beni takip ediyordu. Bulduğum ilk yere girdim, burası kırtasiye-oyuncak dükkanıydı. Elini bıraktım, etrafı incelemeye başlarken arkamdan geldiğini farkettim. Oyuncaklara, kırtasiye malzemelerine bakıyordu. Önüme döndüğümde, çocukluğumu gözümün önünde görmüş gibi sevinçle kıkırdadım. Elime misketle dolu torbayı alıp incelemeye başladım.
