Her şeyi öğrendiğim günün akşamında sadece kendimi yatağa atıp ağladım.
Acı verici gerçekler yüzünden ağladım.
Her şeyi öğrenirsem bir şeyleri çözüme kavuşturabilirim, daha iyi hissedebilirim diye düşünmüştüm. Zihnimde dönüp dolaşan ve beni uyuyamayacak raddeye getiren sorulardan kurtulurum diye düşünmüştüm.
Yanılmışım.
Günlüğümü tekrar tekrar okuyordum. Kaç kere okuduğumu bilmiyordum fakat bildiğim bir şey vardı ki o da aynı kelimeleri, aynı satırları hiç sıkılmadan defalarca kez okuduğumdu.
Ona olan aşkım, onun bana olan aşkı, ona şemsiyemi verişim, sinemaya gidişimiz, lunapark, taş sektirmeyi öğretişim...
Bunları tekrar tekrar okudukça silik anılarım daha da netleşiyordu.
O yılbaşı gecesini hatırlıyordum mesela. İtiraf ettiğim anı hatırlıyordum.
"Madem açık ettim geri dönüşü yok artık. Senden hoşlanıyorum Meguru. Hangi ara oldu nasıl oldu hiçbir fikrim yok, bir baktım sana tutulmuşum. Gözlerine tutulmuşum, gülüşüne tutulmuşum. Benim için güneşi andırıyorsun, bunun biraz absürt olduğunu düşünebilirsin ama elimdeki en iyi tanım bu. Sen gülerken kısılan gözlerine baktığımda içimi bir sıcaklık kaplıyor, gülüşün sıcacık, pasparlak. Tıpkı güneş gibi.
"Sana sadece bakmak bile içimi ısıtıyor, kalbimin küt küt atmasına sebep oluyor. Sadece düşünmek bile beni heyecanlandırıyor biliyor musun? Sadece aklımdan seni geçiriyorum sonra bir bakmışım vücudumu bir heyecan kaplamış. Çok uzattım dimi hay anasını neyse işte kısaca anlayacağın seni seviyorum Meguru."
Aynen böyleydi.
Bu anıyı hatırlayınca dudaklarım istemsizce yukarı kıvrılmıştı, içime de bir hüzün çökmüştü. Ne kadar aptal davranmışım, bir yerlerim tutuşunca böyle davranmam normal tabi. Eğer o da bana aşık olmasaydı o kadar söylediğim şey boşa gidip yerine bir rezillik duygusu gelecekti muhtemelen.
Ama o da bana aşıktı.
Biz birbirimize aşıktık ancak o klasik sonsuza kadar birlikte olacağız sözünün karşılığı olamamıştık.
Birbirimizi asla bırakmayacağımızdan bahsetmiştim günlüğümde. Biz birbirimiz bırakmamıştık, bırakmak zorunda kalmıştık. O kısmı günlükte kaç kere okuduğumu ve okurken kaç kere aklımdan bu düşünceyi geçirdiğimi saymamıştım bile. Her okuduğumda göğsümde bir sızı hissediyordum.
Şemsiyemi verdiğim zamanı da hatırlıyordum; bana olan utangaç bakışlarını, tereddütle şemsiyeyi alışını, teşekkür ederken ki iç ısıtıcı ses tonunu...
Ya da lunaparka gittiğimiz o gün; ortaya çıkardığı çocuk ruhu, pamuk şekerci gördüğündeki hevesi ve tatlılığı, korku evine girdiğimizde ki tırsmış halleri...
Ama artık hepsi geçmişte kalmıştı, bir daha olamayacaktı.
Yatağımda kıvrılmış bir haldeydim. Perdemin aralık olan kısmından hafif bir ışık odama sızıyordu. Bu gece uyuyup uyuyamadığımı bile bilmiyordum, yine günlüğümden birkaç sayfa okumuş ve tavanla bakışıp anılarımı zihnimin unutulmuş tozlu köşelerinden çıkarmaya çalışma seansıma başlamıştım.
Annemin adım seslerini duydum. Ardından kapım tıklatıldı ve "Girebilir miyim hayatım?" cümlesini duydum. Annemin bu hallerimi görmesini istemiyordum ama aynı evin içerisinde bulunup aynı sofraya otururken gizlenmek gerçekten zordu. Muhtemelen o da biliyordu bu çökmüş halimi ama moralimin daha fazla bozulmaması ve kendimi daha kötü hissetmemem adına lafını açmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑬𝒓𝒂𝒔𝒆𝒅 𝑴𝒆𝒎𝒐𝒓𝒊𝒆𝒔 | Rinsagi
FanfictionBaşınızdan geçen bir olay sonucu komaya girdiğinizi ve hafızanızı kaybetmiş bir şekilde uyandığınızı düşünün. Hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu hale nasıl geldiğiniz hakkında hiçbir fikriniz yok. Ve zaten karmaşık olan zihniniz, gizemli bir çocuk sayesin...