Gözlerim, göz bebeklerim yerinden fırlayabileceği kadar açılmıştı... Dehşet içerisindeydim... Bu olanlara anlam veremiyordum. Korkunun bende uyandırdığı hisle beraber arkama doğru tüm gücümle koşmaya başlamıştım...
Birazdan dehşetin ve ölümün bir temsili olarak gördüğüm o şeyler yere düştüğünde etrafında ki olup biten her şeyi yok edecekti... Belki patladıktan onlarca yıl sonraları dahi bu bölge de yaşam olmayacaktı...
Karargâhımız az ilerdeydi. Bacaklarım yerinden kopacak gibi hissetsem de tüm gücümle koşuyordum... Bu şekilde koşarken yere düşsem muhtemelen pek çok yerim kırılacaktı. Sanki karargâhın içerisi buradan çok farklıymış gibi geliyor ve oraya giremeyen herkes ölecekmiş gibi hissediyordum...
Arkadaşlarımın kimisine koşarken gözüm çarpıyordu. Bazıları tankların veya sağlam olan şeylerin yanına çökmüş kendisini korumaya çalışırken bazıları o an ki panikle sağa sola koşuşuyor, kimisi ise birbirlerini koşarken eziyordu...
Normalde biz askeriye de birbirimizin arkasını kollarken şu an insan bu durumda korkudan kendisini dahi tanıyamayacak haldeydi... Nerde kalmıştı ki arkadaşının üstüne basıp da üzerinden koşarak geçtiğini fark edebilecekti?..
Aynı dağlarda beraber onca gece geçirip onca tehlikeler atlatıp artık canından parça olarak gördüğün arkadaşlar dahi bu dehşette işte bu duruma düşebiliyorlardı...
Hayatta da böyle koşturup dururken aslında bizi er yada geç yakalayacak olan ölümden kaçıyorduk...
Bazıları bu durum karşısında ne yapacağını bilemeyip panik halinde sağa sola koşturarak kendisini belki uyuşturucuya belki alkole veya benzeri şeylere veriyordu...
Kimisi ise kendisine sağlam bir eş, bir dost bulmaya çalışıyor ve onun limanına burada ki kardeşlerimin tankların arkasına sığınması gibi kalp gemisini sığındırarak bu ölümün dehşetinden, acısından etkilenmemeye çalışıyordu...
Başka bir grup ise -her ne kadar o asker kardeşlerim bilerek yapmasalarda- tıpkı bu askerlerin yaptığı gibi önüne geleni bu koşturmaca da ezip geçiyor ve kendisinin bir "insan" olduğunu unuttuğu gibi başkalarının da "insan" olduklarını unutuyorlardı...
Çok azınlıkta bunların hiçbirisinin çare olmadığını düşünüyor ve ölümün acısının kendisini de kesinlikle bulacağını bildiği için karargâh gibi sapasağlam, asla yıkılmayacak olan bir sığınak arayarak kendilerini Tanrı'ya veriyorlardı...
İnsan ardında iki tane çar bombası oldu mu işte tüm bu olup bitenleri bir an dahi olsa görebiliyor, gözünde ki perdeyi birazcık da olsa aralayabiliyordu...
Bunun dışında ise bağırışlar, haykırışlar, ağlamaklı gözler ve psikolojisi bozulmuş insanların kahkahaları her bir yanı inim inim inletmişti...
Etraf adeta kıyamet filminin küçük bir fragmanı gibiydi...
Tüm gücümle koştuğum esnada daha önce hiç görmemiş olduğum yaşlı bir asker de gözüme çarpmıştı...
Ellerini toprağa doğru süren bu asker toprağa "gülümseyen bir yüz" çizdi. Sonra da bana doğru korkunç bir ifadeyle baktı ve elmacık kemikleri çıkarcasına somurtarak:
"Hoşçakal..."
Dedikten sonra cebinden tabancasını çıkarıp kafasını öne eğerek arkasını döndü... Ondan sonra tek kulağımla duyduğum şey ise bir hain mermi sesi olmuştu...
Ölmeden evvel ki yüz ifadesini tam olarak görememiştim... Ancak onun yere düşmesiyle beraber oluşan ses ve toprağa son kez akıtmış olduğunu düşündüğüm gözyaşlarının sesini benliğimin en derinliklerinde dahi hissetmiştim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnız Asker
SpiritualKafamı düşmanları kolaçan etmek için yere indirdiğimde bir grup düşman askerinin sanki arkalarında biz yokmuşuz gibi geldikleri yöne doğru delicesine koştuklarını gördüm... Geri çekiliyorlardı lakin bu geri çekilme düzgün bir geri çekilme değildi...