Bombalardan çıkmış olan o kulak zarını delen sesler adeta beynimin içini kemiriyor gibiydiler... Artık dünya ile beraber her şey üzerime yıkılmıştı, midem bulanıyor kusmak istiyordum lakin kusamıyordum...
Evet, sağ kurtulmuştum... Demir ve nice sağlam maddelerden yapılma olan karargâhımız artık bu özelliğini kaybetmiş ve "küçük bir kulübe" kadar dahi baş sokulabilecek herhangi dört tarafı kapalı bir yeri kalmamış olsa da sağ kurtulmuştum...
Sığınmış olduğum yerden mecbur çıkmak zorundaydım... Bombaların ilk o etrafa yaydığı ısı dalgasından ve o yıkıcı etkisinden kurtulmuştum lakin biraz daha burada ki havayı solursam eğer bir kaç seneye kalmaz kanserden muhtemelen geberip gidecektim...
Omuzlarım da ki kırıkları anın vermiş olduğu o aşırı dehşet verici ve kafayı yedirtici duygulardan dolayı her ne kadar hissetmesem de en az 4,5 tane kemiğimin kırıldığını tahmin edebiliyordum...
Hayat kötüydü, artık daha da kötü olmuştu... Etrafta bir tane dahi çığlık sesi duyamıyor, hatta tek vücut halinde birini dahi ilk bakışta göremiyordum...
Benle beraber karargâha başka kişiler girdi mi emin değildim ancak tuğlaların arasında kalmadıysalar eğer gördüğüme göre tek buraya ulaşabilen veya girmeyi düşünebilen bendim...
Kapının direk yanına doğru çöktüğüm ve karargâh da o bombanın yaydığı dalgayla beraber gerisine doğru çöktüğü için şu anda herhangi bir tuğlanın altında değildim... Zaten bütün bunlar umurumda da değildi...
Şu anda benden daha önemli olan çok şey vardı... Arkadaşlarımın durumu buna örnek verilebilirdi. Bende hem burda daha fazla duramayacağım hem de arkadaşlarıma yardım etme umuduyla sakat vücuduma rağmen karargâhın dışına çıkmıştım...
Artık dehşetin vermiş olduğu yıkım tam olarak karşımdaydı... Şu anda kendisini seyretmiş olduğum "felaket manzaramda" her yer de erimiş bedenler, kopmuş kafalar, tek başına olan kollar, bacaklar ve bunun gibi daha nicesini görüyordum... Bunları gördüğümden beri ise gözümden seller akarcasına boşalan o yaşlar durmuş ve sadece yüzümde "dehşetin" vermiş olduğu o ifade kalmıştı...
Kafayı gerçekten yemiş gibiydim... Bütün bu cansız bedenlerin içerisinde dolanırken yere çömeldim, kafamı yukarı kaldırdım ve "delilik kahkahası" olarak tabir ettiğim, tam olarak neyden dolayı bunu yaptığım hakkında bir fikrim olmadığı, sadece canım çok fazla acıdığında kendimi tutamayarak attığımı bildiğim o kahkahayı atmıştım...
Zaten psikolojim uzun zamandır iyi değilken üstüne bir de bu olanların hepsi aşırı ağır gelmişti... Bütün bu yaşadıklarımı ve düşüncelerimi, beynimin en derinliklerinde beni dinlediklerini düşündüğüm "o insanlara" yani "sizlere" işte böyle anlatıyordum...
Bu delilik hareketimi bitirip kafamı tekrar aşağı indirdiğimde gözüm ellerime takılmış, yara bere içerisinde olduklarını görmüştüm. Omzum ve sırtımın bazı yerleri de -muhtemelen kırıldığı için - düzgün duramıyor ve adeta "zombi" gibi bir omzum hafif yukarda diğer omzum hafif aşağıda görünüyordum...
Lakin vücudum ne durumda olursa olsun biraz daha burda kalırsam benim için hiç iyi olmayacaktı... Bu yüzden ayağa kalkıp tekrardan yürümeye başlamıştım...
Yürüyordum ancak etrafta yangınlar, patlayan tanklar, ve bir sürü uzuvdan başka, kısaca "dehşetten" daha başka hiçbir şey yoktu...
Bu böyle gidemeyeceğinden dolayı bombanın atıldığı yöne doğru giderken, şu anda ancak en fazla yarısını kullanabildiğim beynimle bir karar verip "bombaların atıldığı yönden ne kadar uzaklaşırsam o kadar mantıklı." Diye düşünmüştüm... Bu yüzden artık dehşetlerin atıldığı yerin tersine doğru yürüyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalnız Asker
SpiritualitéKafamı düşmanları kolaçan etmek için yere indirdiğimde bir grup düşman askerinin sanki arkalarında biz yokmuşuz gibi geldikleri yöne doğru delicesine koştuklarını gördüm... Geri çekiliyorlardı lakin bu geri çekilme düzgün bir geri çekilme değildi...