Atalay'ın Kaleminden:
"Lan oğlum ne yapıyorsun ya! Nereye gidiyoruz böyle" dedim Volkan'a fakat beni dinleyen kim! Acil gitmemiz gerektiğini söyleyip beni arabaya bindirdi ve şuan nereye gittiğimizi bile bilmiyordum. "Sana diyorum Volkan! Nereye kardeşim?" Son derecede kulaklarımı sağır edecek şekilde konuşmaya başladı. "Ya bir dur! Azıcık sabret oğlum. Valla Efsun senden daha sabırlı çıktı lan! Kardeşimi özledim" dedi boş sitemle. Ayrıca bundan bana ne!
Elimden bir şey gelmeyeceğini bildiğimden bir şey yapmadan sessizce yolun bitmesini bekliyordum. Ani bir frenle birden araba durdu. Burası tam olarak ormandı. "Geldik, in şimdi!" dedi itaatkâr bir ses tonuyla. "E iyi de burası orman." Dedim. Sadece bana 'mal mısın' bakışlarını attıktan sonra yürümeye başladı. Ayrıca mal değilim!
Biraz çalıların arasında yürümeye başladık sonra bizi kocaman terk edilmiş kilisenin bahçesindeydik. Şaşırıp kaldım. Daha doğrusu bu kilise, küçükken dördümüzün de bir birimizden koptuğu yerdi. Yani küçük Efsun'un satıldığı yer...
"Burayı nasıl hatırlıyorsun?" diye sordum. Kiliseye bakarak, "Nasıl unutabilirim?" dedi. "Doğru unutamayız..." konuyu saptırmak amacıyla, "Her neyse beni neden buraya getirdin? Ne oldu?" dedim.
"Atalay... Öncelikle söyleyeceğim şey için sakin ol." dedi. "Ben sakin olmam Volkan." dedim. "Biliyorum... Biliyorum fakat benim için sakin ol!" dedi. "Dinliyorum" dedim. Derin bir nefes aldı. Bana doğru dönerek, "Sana hem iyi hem de kötü haberim var." dedi. O konuşurken yüreğime ister istemez büyük bir sancı girdi.
"İyi haber... Efsun'un ağabeyi yaşıyor." Dedi. Durdum. "Sen Efsun'un ağabeyi değil misin?" diye sordum. Nefesi tuttu. Gözlerinden bir damla yaş düştü. "Özür dilerim..." dedi. Anlamadım. "Neyden bahsedersin sen, Volkan?" Cevap vermedi. "Volkan?" Yine cevap vermedi. En sonunda kaçamayacağını anlayınca konuştu. O konuşurken ben nefessiz bir şekilde dinliyordum.
"Buraya geldiğini hatırlıyorsun. Hatta bir ağabeyinin olduğunu da biliyorsun, onunla beraber olduğunu da hatırlıyorsun ama ağabeyin kim onu hatırlamıyorsun ya. İşte o hatırlamadığın ağabeyin benim..." dedi. Beynim durdu. "Sen neyden bahsettiğinin farkında mısın? Bak bunun şakası olmaz. Benim kırmızı çizgimdir. Bunu bilesin."
Cebinden bir kırmızı kum saatini çıkardı. "Hatırlıyor musun, bu kum saatini? Annemiz vefat etmeden önce bize kırmızı bir kum saati almıştı. Sonra sen yanlışlıkla kırdığın için oturup saatlerce ağladın." Dedi. Bir şey diyemedim. Aklıma anıların gelmesi beni daha çok güçsüz yapıyordu. Genzimin yandığını hissettim.
"Peki beni orada neden bıraktın?" diye sordum. Cevabını hem bilmek hem de bilmemek istiyordum. "O gün seni bırakmayacaktım fakat Efsun çok ağladı. Hatta ablası Alin, ne yapacağını bilemedi. Sonra o pislik adama satılacağı zaman kıyamadım. Onun da tecavüze uğrayacağını düşündüm. Yaparlardı da. O yüzden seni bırakmak zorunda kaldım. Sana gitmeden öncede mektup yazmıştım." dedi.
O söylediği her şey de ben daha çok şaşırıyordum. Benden konuşmamı hatta belki azarlamamı bekliyordu fakat ben bunu yapamadım. Yapamadım. Çünkü kardeş özlemi yaşadığım her zorluktan da öte olduğu için ona sıkıca sarıldım. Şaşırdı. Benden bunu beklemezdi.
"Volkan, iyi ki varsın. Eğer o küçük kızı öyle bıraksaydın daha kötü olurdu. Seni hiç affetmezdim." Dedim. "Heyt kardeşim be!" diye bağırarak daha sıkı sarıldı. Alnını alnıma yasladı. Ensemi sıkıca tuttu. O grimsi gözleriyle aslanlar gibi cesur ve dimdik bakışlarıyla, "Bundan sonra annemize söz verdiğimiz gibi bu vatana, bu cihana yoksul, yetim demeden herkesin elinden tutacağız. Kız kardeşlerimize umut olacağız. Haksızlığa uğrayanların hakkını son nefesimize kadar savunacağız." Dedi. Buna karşılık olarak bende gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalar (DÜZENLEMEDE)
Teen FictionKalbinin kırılmasına izin verme olur mu? Benim kalbimi paramparça ettiler, toparlayamadım ama sen buna izin verme. Acını gizleme çığlığını duyur... Kalbin kırılırsa ben hissederim öyle bir hissederim ki, aklın durur. Seni seviyorum hatıram... İlk ki...