Gece olmuştu. Polisin söylediği kıyıya varmıştım. Şimdi sadece onları beklemek düşerdi bana. Onları beklerken cebimdeki telefon çaldı. Arayan kişi Selim Abiydi. O kocaman korkunç cüsseli Selim Abiydi. Telefonu açtım. Açmamla son derece gür bir sesele azarlamaya başladı.
"Nerdesin sen!? Neden telefonunu açmıyorsun Efsun? Baban seni çok merak ediyor farkında mısın?! Ne diyeceğim ben adama!? Hım söylesene!"
Fazla bağırdığı için bir dakikalık kulağıma saygı duruşu lütfen.
Derin bir nefes aldım ve geri kulağıma dayadım telefonu.
"Abi şimdi sana bir şey diyeceğim ama aramızda."dedim.
Selim abi çok güvenilir biriydi. Çok severdim onu. Zaten burada hayatta kalmamı sağlayan en büyük destekçimdi. Kaçtığım her günü bilirdi. Kaçmayı düşündüğümde zaten ilk ona söylemiştim.
Selim abi tedirginlikle, "Ne oldu?" dedi.
"Abi ben..."
"Yoksa kaçmayı başardın mı?"dedi.
"Hayır ama az kaldı."
"Az kaldı derken? Kızım sen manyak mısın!"diye bağırdı.
"Abi bir bağırma. Anlatacağım her şeyi fakat önce varmam lazım Türkiye'ye."
"Efsun nerdesin çabuk..."
Sözünü tamamlamasına izin vermeden telefonu suratına kapattım.
Böylesi daha iyiydi.
"Sizi çok beklettik mi?"diye sordu birisi. Aniden irkildim. Yanıma baktığımda polisler benimleydi. Bir rahatladım. Çünkü babamın beni bulması her an olabilirdi.
"Korktunuz mu?"diye sordu.
Hafif bir tebessüm ile, "Yok çok korkmadım. Sadece dalmışım ondandır."dedim.
"O zaman beklemeden çıkalım yola. Hem biraz zamanımızı alabilir varmak."dedi.
Başımla onayladım. Zaten ne kadar hızlı gitsek o kadar iyidir. Adam ilk tekneye bindi sonra bana ayardım etmek için elini uzattı. Bende bindim ve bağlı olan ipi çözdü. Sonra kaptana seslendi.
"Biz hazırız kaptan. Hadi gidelim."dedi.
Kaptanda baş selamı verdikten sonra çalıştırdı.
İlk çalışınca değişik hissettim. Çünkü en son tekneye bindiğimde babam bileğimden vurmasından tam kırk sekiz saat geçmiş ve beni tekrardan alıp tekneye gelmiştik.
"İstersen bir duş alabilirsin. Yani teknenin alt katından konaklayabileceğin küçük bir oda var."dedi.
Duş. Tabii ya. Yaklaşık dört gündür duşa girmiyordum. Giremiyordum çünkü öyle olması gerekiyordu. Etraftakilere pis görünümüm olması gerekiyordu. Çünkü Efsun'un doğasında bu olması gerekiyordu.
Bazen geceleri pantolon ile yatıyordum. Bazen odama etin kanlarını etrafa yayıyordum ve ete değmiş bıçağı kenara bırakıyordum. Benim Gürcistan'da ki rutin hayatım buydu.
Sıcak bir duş aldıktan sonra sırt çantamdaki kıyafetlerden rasgele birimi giyindim. Saçlarımı kurulamayı sevmezdim o yüzden kurutmayacaktım.
Can sıkıntısından birde güneşin doğuşunu izlemek için üst kata çıktım. Hava serindi ama güzel bir serinliği vardı.
Ben öylece oturup izlerken biri arkamdan bir havlu bıraktı. Bırakan kişi yine polisti. Şaşkındım. Çünkü bu adamın neden habire beni düşünüyordu anlamış değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalar (DÜZENLEMEDE)
Teen FictionKalbinin kırılmasına izin verme olur mu? Benim kalbimi paramparça ettiler, toparlayamadım ama sen buna izin verme. Acını gizleme çığlığını duyur... Kalbin kırılırsa ben hissederim öyle bir hissederim ki, aklın durur. Seni seviyorum hatıram... İlk ki...