Antalya'ya varmamıza çok az kalmıştı. İki gündür yoldaydık. Kısa aralar vermek dışında ara vermemiştik. Ayaz gece gündüz araba sürmüştü. Uykusu gelmemiş miydi?
"Ayaz, arabayı bir yerde park et. Sonra da arkaya geçip uyu." dedim normal bir ses tonuyla. "Gerek yok. Az kaldı zaten." Kaşlarım çatıldı. Kendini insan olarak görmüyordu sanırım. "Az kalmış olması uyumayacağın anlamına gelmez ama? Hadi Ayaz." dedim. İkna etmeye çalışıyordum. Peki başarılı oluyor muydum?
"Gerek yok dedim Elis, kaybedeceğimiz her dakika canına mâl olabilirken hem de." Tamam ben de kendi canımı seviyordum. Ama peşimde olan adamlar beni öldürmese de uykusuzluktan dolayı yaptığı bir kaza öldürebilirdi. Hadi ama Elis, kaza yapacağını düşünmediğini hepimiz biliyoruz. Sadece dinlenmesini istiyorsun. Tamam öyle olabilirdi. Ama bunda herhangi bir şey yoktu ki? Kim olsa aynısını söylerdim. Aynen Elis, tamam.
"Ayaz, eğer senin 1-2 saatlik uykundan dolayı öleceksem öleyim zaten. Geç hadi arkaya." Bir anlığına bana döndü. Gözlerinin parladığını görmüştüm sanki. Ya da sen artık cidden kafanda kuruyorsun Elis. O da mümkündü pek tabii.
Dağlık bir alandaydık. Birkaç tane araç geçse de genel olarak karanlıktı. Sokak lambası yoktu. Fakat anayola çıkmamıza daha çok vardı.
Ayaz arabayı sağa çektikten sonra kontağı kapattı. Arkaya geçmese de koltuğunu geriye yatırıp gözlerini kapattı. "Elis," diye mırıldandı sessizce. "Hm?"
"Teşekkür ederim." dedi şefkatle. Ne için teşekkür ediyordu ki? Uyumasını istediğim için mi? Anlamamıştım. Üstünde durmakta istemiyordum zaten.
Tek düşündüğüm şey Ayaz uyanana kadar uyumayacak olmamdı. Fakat uyurken onu izleyeceğimi hiç hesaba katmamıştım.
...
Yaklaşık iki saatin sonunda Ayaz gözlerini açtı. Ben de o sırada bana aldığı diğer kitabın ilk 10 sayfasını okumuştum. Çünkü kitaba başlayalı yarım saat bile olmuyordu ve ben tüm gece Ayaz'ı izlemiştim.
NEDEN ELİS?! diye bağıran iç sesimi de hesaba katarsak, bu gayet de üzerinde duracağım bir şeydi. Fakat şimdi değildi. "Kaç saat oldu?" diye sordu uykulu, kalın sesiyle.
"Biraz daha uyu istersen. Daha iki saat bile olmadı." Kaşları çatıldı. "1 saatten fazla oldu yani?" dedi sinirle. 1 saatten fazla uyuduğu için kendine kızıyor muydu cidden? "Bir de bayıl istersen Ayaz. 2 saat bile olmadı diyorum. 1 saati geçti diyorsun. Ne olacak sanki. Başımıza taş mı yağ-" Sözüm, eğer beynimin bir yanılgısı değilse, kurşun sesleriyle bölünmüştü. Dehşetle Ayaz'a baktığımda beynimin bir yanılgısı olmadığını, gerçek olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Başımıza taş yağmadı ama kurşun yağacak Elis. Şu an iç sesimi gerçekten hiç çekemezdim. Susması gereken yerdeydik.
"Arabadan inip koşacağız." Kafamı sallayarak onayladım. "Ben yanındayken sana hiçbir şey olmaz Elis." Gözlerimiz konuşuyordu. Bana bir ömür gibi gelen birkaç saniye gözlerine baktım. Orada benim hayatım hakkında duyduğu endişeyi görebiliyordum. Bana bir şey olmasından korkuyordu. Peki, benim gözlerimde ne vardı?
"İlk ben inip seni alacağım. Ve olabildiğince hızlı koşacağız. Anladın mı?"
"Evet." dedim hızlıca. Kurşun sesleri yaklaşıyordu. Ayaz hızla arabadan inip kapımı açtı ve elimden tutup beni indirdi. "Ormanın içine doğru koşacağız. Hadi." İkimizde olabildiğince hızlı koşuyorduk. Kurşun sesleri az önce indiğimiz arabanın yanından geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mafya Bozuntusu
General Fiction... -Sen kendini ne sanıyorsun ya? Mafyacılık mı oynuyorsun! Mafya bozuntusunun tekisin. -Bir daha o ağzını açarsan konuşamayacak hale gelene kadar öperim seni küçük hanım.