Ata
Kafeden çıktıktan sonra derin bir nefes alıp yürümeye başladım. Resmen kontrolümü kaybetmiştim, annemin bu halimle ne kadar dalga geçebileceği aklıma gelince ister istemez gülmüştüm. En kötüsü de Timur ve arkadaşlarına rezil olmuştum, normalde asla çizgimi bozmazdım ama tutamamıştım kendimi. Onların bu halime şahitlik etmesi hoş olmamıştı. Fakat o siyah saçlı böcek yüzünden olmuştu her şey, beni bakışlarıyla eziklemişti. Burak'ta olayın tuzu biberi olmuştu...
Berbat bir gün geçirmiştim ve şimdi onca yolu yürümek zorundaydım çünkü bir daha otobüse binebileceğimi zannetmiyordum. Sokaklarda insanların giydiklerini yorumlayarak yavaş yavaş yürüyordum. Çok acıkmıştım ama bunu unutmaya çalışıyordum, daha yemek saatine iki saat vardı. Annem onsuz yemek yememi yasaklamıştı 'çok yemek yiyorsun Ata, artık yemeklerini ben ayarlayacağım sakın bensiz kafana göre tıkınma' demişti. Kontrol manyağı biriydi, çocukluğumdan beri asla istediklerimi yiyemiyordum. Abur cuburlar, hamburgerler, pizzalar kısacası benim sevdiğim hiçbir şeyi bana yedirmezdi. Hala daha yediklerime karışıyordu ve bu huyundan vazgeçecek gibi görünmüyordu.
Yürümekten ayaklarımı hissetmemeye başladığımda bir parkın bankına oturdum. Gözlerimde akmayı bekleyen yaşları inatla geri gönderirken derin nefesler alıyordum. Her şey çok üst üste gelmişti ve ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Bu kadar aciz olmaktan nefret ediyordum. Neredeyse yirmi yaşındaydım ama hala babamın eline bakıyordum, doğru düzgün bir ilişkim yoktu. Kendimi çok yalnız hissediyordum, sanki kimse beni gerçekten sevmiyormuş gibiydi.
"Merhaba, neden ağlıyorsun? Senin de mi annen dondurma almadı?"
Duyduğum ince ve narin kız sesiyle yanıma baktım, yaklaşık altı-yedi yaşlarında küçük bir kız yanımda oturmuş dolu gözleriyle bana bakıyordu. Ona gülümseyip kafamı salladım, "Evet, dondurma yemek istiyorum ama annem izin vermiyor" dedim tatlı yüzüne bakarken. Bana baktı ve yüzüne gelen kıvırcık saçlarını geri ittirip burnundan akan sümüğü elleriyle sildi. Bu haline gülüp çantamdan bir mendil uzattım, küçük elleriyle mendili alıp,
"Teşekkürler, anneler bazen çok gıcık oluyor. Zaten hep sevdiklerimiz canımızı yakıyor değil mi? Mesela benim abim beni severken sürekli yanaklarımı sıkıyor"
Bilmiş konuşmasıyla kısa bir kahkaha attım, söyledikleri ne kadar da doğruydu. Ona baktım ve yeniden yüzüne düşen kıvırcık saçları geriye ittirdim. Saçları benim gibi kıvır kıvırdı ama ona ayrı bir güzellik katarken bana hiç yakışmıyordu. Keşke siyah ve düz saçlı olsaydım.
"Benimde sevdiklerim hep canımı yakıyor" dedim titreyen sesimle. Gözlerimden yaşlar akarken küçük kız bana uzandı ve pamuk gibi elleriyle yüzümü avuçlayıp yaşlarımı sildi. "Ama ağlama, belki onlar ağlayınca çok güzel olduğun için seni ağlatıyorlardır" Bana söyledikleriyle şaşkınca ona bakarken,
"Ağlayınca güzel miyim?" dedim. Kız bu halime gülüp kafa salladı, "Gözlerinin rengi ne kadarda güzel, anneminkiler gibi" tatlı sesiyle kendime geldiğimde. Ellerini nazikçe tutup okşadım, "Seninkilerde çok güzel, umarım gözlerin kadar güzel bir hayatın olur" dedim ona gülümseyerek. Kız bu dediğimi anlamamış olacak ki sadece yüzüme baktı, daha sonra ilerdeki salıncağı gösterdi.
"Beni salıncakta sallar mısın?"
Kibarca sorduğu soruyla kafamı sallayıp ayağa kalktım ve elinden tutup salıncağa ilerledim. Elbisesini düzelterek beni takip etti, salıncağa oturup önündeki kildi indirdi. Yavaşça onu sallarken bir yandan da uçuşan saçlarını izliyordum. "Biliyor musun? Annemi çok seviyorum ama o bana dondurma almıyor. Ama olsun beni yine de seviyor ve bir sürü elbise alıyor" dedi bir yandan da kafasını arkaya atıp bana bakmaya çalışıyordu. Onun bu haline gülüp,