Sabah Ziyech'in asistanı arayıp işe alındığımı söylediğinden beri sevinmekten çok kara kara işe giderken ne giyeceğimi düşünüyordum. Hiç bu kadar ciddi bir işim olmamıştı. Kötü günlerimin kurtarıcısı mavi kot ve beyaz tişört bile saha dışı kalmış, dolabımdaki diğer bütün kıyafetler ağlıyordu. Acil alışveriş yapmam lazımdı. Bu, borçlarımı ödemek için girdiğim iş yüzünden daha da çok borçlanmam demekti.
İş kadını gibi gözükmek istememden kaynaklı döpiyes bile denediğim uzun alışverişim sonucu eve geldiğimde poşetleri koltuğun üzerine fırlatıp pantolonumun düğmesini açtım.
"Oh be, dünya varmış!"
Yarın giyeceğim kıyafetleri alırken kafamda kombin yapmış ve bir an önce kurumaları için makineye atmıştım. Ah yalan dünya, bir kurutma makinesi bile nasip etmedin bana!
Çamaşır makinesi durana kadar mutfakta bir şeyler atıştırıp ve bir kadehle başlayan köpek öldüren ikinci kadehe dönmek üzereyken makinenin durduğunu duyunca şarap şişesini tezgaha bırakıp yıkanan çamaşırları asmak için banyoya gittim. İşim bitince biraz önce içemediğim ikinci kadehi iki dal sigarayla bitirip kendimi koltuğa attım. Gözümü kapatmamla telefon sesine uyanmam bir oldu. Elimi yastığın altındaki telefona atarken havanın aydınlandığını gördüm.
"Hasiktir!"
"Alo, günaydın kızım."
"Günaydın anne."
"Gittin mi işe? İlk iş günün nasıl geçiyor?"
"Gitmedim daha anne, yarım saate evden çıkmam lazım." dedim telefonu hoparlöre alıp duşa girmek için kıyafetlerimi çıkarırken.
"Kapatıyorum ben şimdi, seni sonra ararım."
"Tamam aşkım, başarılar sana. Öpüyorum seni."
"Ben de seni." diyip telefonu kapatır kapatmaz kendimi duşa attım.
Tesislere geldiğimde hızlıca içeri girip külüstür arabamı kaza yapma korkusuyla götüm üç buçuk ata ata son model Porsche ve Rolls-Royce'larla dolu otoparka park ettim. Allah da beni azıcık seviyorsa beni bu arabalara çarptırmazdı.
Bugün takımın kanalı için oyuncularla röportaj vardı ve ben Ziyech'inkine yetişebilmek için üstümdeki ütüsüz kıyafetlerle deli gibi koşturuyordum. Kameralar ve mikrofonlarla dolu köşeyi görünce yavaşlayıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım.
"N'aber yeşil cabrio?"
Duyduğum sesle arkamı dönüp nefes nefese konuşmaya çalıştım.
"İyidir, senden n'aber?"
"N'apıyosun sen yine burda?" dedi alayla.
Tam o sırada Ziyech'in asistanıyla göz göze geldik. Bana eliyle 'gel' işareti yapınca Barış Alper'e bakmadan üstümü düzeltip oraya ilerlemeye başladım.
"Kusura bakma, gitmem lazım."
Ziyech, asistanı ve menajeriyle selamlaştıktan sonra Ziyech'in karşısında, spikerin yanında yerimi aldım. Röportajın sonunda bu kadar strese rağmen hatasız bitirdiğim için içten içe seviniyordum. İşimi bitirmiş otoparka yürürken Barış Alper'in sesiyle arkamı döndüm. Bu da her yerden çıkıyordu.
"Ziyech'in tercümanısın yani?"
"Geçen gün sorduğun sorunun cevabı olsun bu da." dedim gülerek.
"Hangi soru?"
"Sen kimsin demiştin ya, Ziyech'in tercümanıyım işte."
"Sen kendini yaptığın işle mi betimliyorsun?" dedi kollarını önünde birleştirirken.
"Sen öyle yapmıyor musun?"
"Yoo, ben kendimi Barış Alper Yılmaz olarak betimliyorum."
"Barış Alper Yılmaz'ın futbolcu olduğunu bilmeyen mi var?" dedim alayla.
"Doğru dedin."
"Görüşürüz Barış Alper." dedim arkamı dönerken.
"Artık buralardasın zaten, bol bol görüşürüz." deyince gülümseyip yürümeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lost in translation//barış alper yılmaz
Fanfiction"Ziyech'in tercümanısın yani?" "Geçen gün sorduğun sorunun cevabı olsun bu da." dedim gülerek. "Hangi soru?" "Sen kimsin demiştin ya, Ziyech'in tercümanıyım işte." "Sen kendini yaptığın işle mi betimliyorsun?" dedi kollarını önünde birleştirirken. ...