Bölüm 3 - Bağımlı

183 6 0
                                    

~Barış~

İnsan bazen sigaraya, bazen bir yiyeceğe, bazen telefona bazen de bir spora bağımlı hale gelebilir.
Ben, Barış Alper Yılmaz ise, bir ay çıktıktan sonra Eylül'e bağımlı olmuştum.
İlk İstanbul'a geldiğim zaman haftanın nerdeyse her günü antrenmanım oluyordu. Bu çalışma koşuluyla hiç ilişkim olabileceğini düşünmezdim. Ama haftada bir gün görebildiğim bu kız, bu konudan bir kere yakınmadı. Eylül zaten sıkı çalışmasını gerektiren bir üniversitedeydi, bir de Erasmus çıksın diye uğraştığı için mükemmel notlara sahip olması gerektiğini söylerdi hep. Fransız edebiyatı okuyordu ve yazmaya karşı da büyük bir ilgisi vardı. Okulun dergisinin de baş editörüydü. Bunlar bir yana bir yandan da haftanın 5 günü bir kahvecide baristalık yapıyordu. Arada da çeviriler yaparak ya da yazılar satarak para kazanmaya çalışıyordu.
Böyle bi temposu varken o da bana fazla vakit ayırmıyordu ama ayırmak için gösterdiği özen benim için her şeyden değerliydi.

"Ya Eylül, biliyorum sınavların başlıyor yakında ama haftaya maçım var. Gelmek ister misin ?"

"Olur! Gelirim, hem bende kafamı dağıtırım"

Uykusuzluktan gözlerinin altı çöksün, yine de gelir maçlarımı izlemeye. Bazen benim ona ısrar etmem gerekir bi maçı geçip dinlenmesi için.

"Tamam ama evden izlicem söz. Hatta Sinan Engin'in seni övüşünü dinlemek için maç sonrası beyaz futbolu da izlicem"

Eylül dilinde, bu kanepede uyuya kalıcam demek. O futbolu sevmiyo ben de edebiyatı napalım. Ama olsun yine de zorlamıştım kendimi okumaya, kızı etkileyebilmek için. Küçük bi Sefilleri okuma girişimim olmuştu ama Eylül'ün benimle dalga geçmesiyle son buldu.

"Barış sen onu sevmezsin ki ?"

"Niye sevmiyim ? Onlar da sefil bende sefilim, anlaştık biz"

"Ver onu bana, kitapçağız hırpalanmaktan beş yıl yaşlandı."

Sonra kitaplığından biraz daha ince bi kitap çıkardı.

"Al bak bunu oku okicaksan, bundan sıkılmazsın"

Elime tutuşturduğu kitap Jules Verne, Denizlerin Altında Yirmi Bin Fersah. Aklınca bana çoçuk kitabı vererek dalga geçicek, cadı şey.

"Kızım bu ortaokulda bize inatla okutmaya çalıştıkları, benim de başkalarında dinlediğim kitap. Sen buldun tabi salak bi adam, gönlünce eğlen"

"Ya ne eğlenmesi Barış, Al bak kitaplığıma Verne'nin bütün kitapları var bende çok severim çünkü. Evet sana çocuklar için kısaltılmışını verdim ama okumaya zamanın yok diye, orjinaline başlasan bir senede anca biter. Klasikleri okumaya öyle lop diye Sefillerden başlanmaz."

"İyi madem"

Fersah zıkkımıyla da bitmedi tabi. Onu okuyunca elime bide Moby Dick'i tutuşturdu. Yine çocuk versiyonu.
Entellektüel kızdır Eylül. Kitapkurdudur, üç dil bilir, eski tarihi yerler görmeyi pek sever. Ama burnu havada değildir, hep olabildiğince mütevazidir, size kendinizi onun yanında aptal hissettirmemek için çalışır. Arada havasını da atar tabi, e hakkıdır. Ama zor beğenir. Biraz asosyaldir benimki. Biraz zor bi kadın şimdi yalan yok. Bende etrafındaki insanların çok da ona tahammül edemediğini sanardım başlarda. Ama sonra fark ettim meğer Eylül insanlara tahammül edemiyormuş. Eylül bu insanların ortamdayken gözünü alamadığı, herkesin yakınında bulunmak istediği "o" kızdır. Ama Eylül hayatına bir ben, birde liseden kalma arkadaşı Aslı dışında kimseyi almaz. Seçici bi insan tarafından seçilmek, insanı daha özel hissettiriyor.

İzmir'den İstanbul'a lisede gelmiş. Teyzesiyle yaşamış yıllarca. Ama görseniz eski İstanbullu sanarsınız. Bütün metro hatlarını, hangi otobüs hangi duraklardan kaç dakikada bir geçtiğini, en iyi midyenin nerde yendiğini , en iyi ıslak hamburger hangi semtteki Kızılkayalarda olduğunu, hangi cafede kazıklanmadan kahve içebiliceğinizi... Bunların hepsini bilir. Onunla İstanbul'u gezdikçe şehir de gözümde güzelleşmeye başladı. O kalabalık, zehirli, eski püskü şehir yavaş yavaş her tarafında ayrı bir hikaye geçen canlı ve parlak bir yere dönüştü. Şehir istediği kadar karışık olsun, yanınızda bir adet Eylül Şahin'ininiz varsa, kaybolmazsınız.

"Bi tane daha yersem yemin ediyorum patlarım"

"Kız daha bi tabak yedin. Abi, sen bize ordan bi tabak daha gönder."

"Barış, rahat 50 tane midye yedin, mide fesatı geçiriceksin, isteme daha"

"Yok, yok yerim ben, sen de ye"

Yanımıza elinde dört adet soğuk baklavayla bir garson geldi. "Galatasaray'ımızın topçusuna müesseseden."

İkimizde teşekkür ettik.
"Ben de kadıköyde dayak yeriz diye korkudan, gözlük, şapka ne bulduysam takmıştım. Boşa gitti, tanıdılar."

"Kadıköy insanı tatlıdır, bide burda da az da olsa var galatasaraylı. Hem yani saat akşam dokuz Barışım, güneş gözlükleri hafif şüpheli duruyo"

"Doğru. Hadi gömülsene kızım, ben mi yiyim tatlıyı da"

"Valla tatlıya her zaman yerim var"

İki aşık, sabaha kadar gezmek insanın üzerinden bütün o maç stresini, antreman yorgunluğunu alıyodu.
Her şey çok güzeldi. Çilli ceylanımla arada kavgalarımız olsa da arada ben alttan alıyordum arada da o. İnsan sevince kalan her şey kolay geliyo. Beraber geçirdiğimiz sekiz aydan sonra beraber de yaşamaya da başladık.

"Güzelim, bana taşınsana"

"Ne! Yok olmaz."

"Niye, güzel olur işte. Hem yakın evlerimiz-"

"Barış, ben bu evi satamam."

Ayrılmadan öncesine kadar beraber yaşadığımız bu eciş bücüş ev teyzesinden kalmaydı. O yüzden o eski, küçük eve ben taşındım. Gayet de güzel oldu. Hem masraflar bölüşülmeye başlayınca Eylül baristalık işini bıraktı, hem sırtından bi yük indi, hem de onunla daha çok zaman geçirebilmeye başladım. Bi adamı sevdiği kadının yanında uyanmak kadar ne mutlu edebilir ki ?

İlk büyük kavgamızı da ilk senemiz biterken ettik. Eylül'ün zor bi kadın olduğunu zaten söylemiştim ama o sıralar tahammül seviyesi çok azalmıştı.

"BARIŞ! SİNİRLENDİRME BENİ, NİYE İSMİN ÇIKIYO SAÇMA SAPAN KADINLARLA ?"

"Ben ne biliyim Eylül! Hayatımda bi tek sen varsın diyorum inanmıyosun, yalan borcum mu var sana!"

"Geçen arkadaşın evine yemeğe gidiyorum dedin, Yunus'la bara gitmişsiniz? O da mı yalan değildi?!"

Haklıydı, yalan söylemeye başlamıştım gerçekten de. Arada Eylül'ün yemeğe gitme tekliflerini yorgunluk bahanesiyle geçiştirip, çocuklarla eğlenmeye gidiyodum. Ama gerçekten katlanıcak gücüm kalmamıştı Eylül'ün yersiz triplerine, kıskançlıklarına ya da sinir krizlerine. Sevdiğim kadın son bir kaç haftadır yoktu sanki, onun yerine bu cadaloz gelmişti. Neyseki çıktı onun da kokusu. Bu sinir krizlerine bide mide bulantıları ve sabah kusmaları eklenince aklıma geldi hamilelik potansiyeli.
Eczaneden alıp geldiğim testin pozitif çıkmasıyla da birlikteliğimizin ilk büyük sarsıntısı başladı .

Hoşçakal Kadar  -  Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin