Kızını koruyamamanın ağırlığı, Eylül'e yeterince iyi bir adam olamamanın yüküyle birleşmiş, omuzlarını çökertmişti.~Barış~
Kalbim sıkıştı, boğazıma bir yumru oturdu. Sonra o küvez hastane koridorlarında kayboldu. O an, Eylül'ün ameliyatta olduğunu hatırladım. Kendimi bir köşeye bıraktım, elim titreyerek cebimden telefonu çıkardım. Kimi arayacaktım? Kiminle konuşacaktım? Kerem'i mi, Berkan'ı mı? Arasam ne fark ederdi? Kafamın içindeki kaos dinmeyecekti ki.
Dakikalar geçmek bilmedi. Eylül'ün ameliyattan çıkmasını bekledim. Onun sesi, nefesi olmadan her şey boştu. Bebeğimiz kurtulacak mıydı? Eylül iyileşebilecek miydi? Bu sorular kafamda dönüp dururken, doktorun sesiyle irkildim.
"Barış Bey, eşiniz ameliyattan çıktı. Ama bebeğinizin durumu kritik, yoğun bakımda. Şu an yapabileceğimiz tek şey beklemek."
Beklemek... Hayatımda ilk kez bir şeyi bu kadar çaresizce beklemek zorunda kaldım. Yıllarca sahada mücadele etmiş bir adamdım, ama şimdi... en değerli şeylerim için yapabileceğim tek şey beklemekti.
Doktorun ardından Eylül'ün odasına koştum. O, her zamankinden daha zayıf ve kırılgan görünüyordu. Gözleri yeni yeni açılıyordu, yorgundu ama güçlü durmaya çalışıyordu. Gözlerimi ona kilitledim. Ne diyeceğimi bilmiyordum, kelimeler boğazıma dizildi.
"Barış..." dedi Eylül, sesi kısık ve titrek.
"Buradayım," dedim, elini tutarak. "Sen iyisin... Bebeğimiz de güçlü olacak, inanıyorum."
Eylül'ün bakışları tavana dikildi, sessiz kaldı. Sonra, "Bebek nasıl?" dedi, sesi korku doluydu. "Yaşıyor mu?"
Bir an donup kaldım. Gerçeği nasıl söyleyebilirdim ki? "Yaşıyor... Yoğun bakımda ama güçlü olacak. Bizim kızımız, güçlü olacak."
Gözlerinden yaşlar süzüldü. Rahatlamış mıydı yoksa daha derin bir korkuya mı kapılmıştı, bilmiyorum. "Onu görmek istiyorum," dedi.
Henüz izin verip vermediklerini bilmiyordum ama onu reddetmeye cesaret edemezdim. "Biraz dinlen. Sonra birlikte gideriz, söz veriyorum."
Eylül başını zar zor salladı ama gözlerindeki boşluk... kalbime bir hançer gibi saplandı. O, benim her şeyimdi ama ben ona en büyük acıyı yaşatmıştım. Şimdi nasıl telafi edeceğimi bilmiyorum.
Hemşire içeri girdi. "Barış Bey, bebeğinizin durumu hakkında bir güncelleme almak ister misiniz?" diye sordu.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. "Evet, lütfen," dedim.
"Bebeğinizin hayati tehlikesi devam ediyor. Önümüzdeki 48 saat çok kritik. Bu süreyi atlatırsa hayatta kalma şansı artacak."
48 saat... Bu sözler içimdeki son umut kırıntısını da aldı götürdü. Eylül bunu bilmiyordu, bilmemeliydi de belki. Onu daha fazla üzmek istemiyordum. Hemşire çıktıktan sonra Eylül'ün yanına oturdum, ellerini sıkıca tuttum.
"Eylül, ben buradayım," dedim, dudaklarım titreyerek. "Ne olursa olsun, bunu birlikte atlatacağız. Kızımız için... bizim için. Beni affetmesen bile... seni bırakmayacağım."
Eylül gözlerini kapadı, sessizce ağlamaya başladı. O sessizlik... Barış'ın her şeyi anlayabilmesi için yeterliydi ama içimde hâlâ bir umut vardı. Kızımızın yaşama tutunacağına inanmak zorundaydım.
Ve öylece, zamanın durduğu, umut ve çaresizlikle dolu o uzun bekleyiş başladı.
"Birlikte yapacağız," dedim bir kez daha, kendimi de ikna etmeye çalışarak. Elimi onun elinin üzerinden çekmeden, gözlerimle onun yorgun yüzünü okşadım. "Senin yanındayım, her ne olursa olsun."
Eylül, dudaklarını aralayıp bir şey söylemek ister gibi oldu ama sonra vazgeçti. Gözlerini tavana dikti, bir süre sessizce düşündü. Onun bu halini görmek, sessizlikte kaybolduğunu hissetmek canımı yakıyordu. Ama biliyordum, onun zamana ihtiyacı vardı.
Birden, cep telefonumun titrediğini fark ettim. Gelen mesaj, Berkan'dandı.
"Kardeşim, hastanedeyim. Gelip seni göreyim mi bi?"
Berkan'ın varlığı, bu yalnız bekleyişin ortasında bir anlık nefes gibi gelmişti. Eylül'ü yalnız bırakmak istemiyordum, ama dışarı çıkıp birkaç dakika bile olsa nefes almak, iyi gelebilirdi. Eylül'e döndüm, ona sormak ister gibi.
"Git," dedi kısık bir sesle. Gözlerini açmadan konuşmuştu. "Berkan'la konuş. İyiyim ben..."
Kararsızdım. Ama Eylül'ün sesindeki o dinginlik, bana biraz rahatlama verdi. "Tamam," dedim. "Ama kısa sürecek, hemen dönerim."
Koridora çıktığımda Berkan'ı uzakta, bana doğru yürürken gördüm. Yüzünde her zamanki o sakin, ama bir yandan da ciddi ifadeyle yaklaştı. Yanıma geldiğinde birbirimize sarıldık, sessizce.
"Nasıl durumlar?" diye sordu sonunda, sesi yavaş ama derindi.
"Kızım yoğun bakımda, ama toparlanmaya başladı."
Berkan başını salladı, gözlerinde bir hafiflik vardı. "Güçlü olacak," dedi güvenle. "Bunu atlatacaksınız."
Bir an sustuk, ikimiz de ne söyleyeceğimizi bilemiyorduk. Sonra, Berkan derin bir nefes aldı, omzuma elini koydu. "Barış, senin için buradayım biliyorsun değil mi? Ne olursa olsun, Eylül'ün de kızının da yanında olacağım."
O an Berkan'ın varlığı, bu koca yalnızlığın ortasında bir dost eli gibi gelmişti. "Biliyorum," dedim. "İyi ki buradasın."
Sonra tekrar sessizlik. Bu sessizlik, diğerlerinden farklıydı. Daha sakin, daha kabul edilebilir bir sessizlik. Berkan'ın yanında durmak, omzunda bir yükü paylaşmak gibiydi. Ve işte o an, bir şey fark ettim: Bu savaşı yalnız vermiyordum.
Çok kısa bir bölüm çok özür dilerim, tam bitirip öyle atacaktım ama bir önceki bölüm oy sınırını geçince yeni bölüm atmak istedim. Hayatımda biraz yoğun ve karışık bir dönemdeyim o yüzden yazmak için kafamı toparlayamıyorum. Ama merak etmeyin olay örgüsü kafamda net sadece oturup yazmam gerekiyor.
Gençler acıya hazır olun...
özürHiç yorum atılmıyor ona da ariyetten kırgınım 😔
Oy sınırı: 15
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hoşçakal Kadar - Barış Alper Yılmaz
RomanceBenim orda bu kızın bipolar psikopatın teki olduğunu fark edip başımdan salmam lazımdı ama işte yapamadık aldık başımıza bi dert. Hala çekiyorum acısı. Sevmedin mi beni Hoşça kal kadar