Onun mu elleri ateş kadar sıcaktı yoksa benim mi ellerim kar kadar soğuktu? Belki de bu hikaye ateş gibi sıcaktan ellerin kar gibi soğuktan elleri bulmasının hikayesiydi.
İyi okumalar!
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.:-)
Bölümü yukarıda ki şarkıyla okumanızı tavsiye ederim.
Karanlık bir orman.
Önümde bir ateş.
Ürkütücü soğuklukta ısıtan tek şey ateş...
O sırada bir ses duydum:
" Ölüme gideceğini bile bile atar mı insan kendini ateşe? "
Sağıma, soluma baktım. Sesin sahibi görünmüyordu. Ateşe tekrar baktığımda onun yüzünü gördüm. Ateş' in... Ateşte Ateş' in yüzünü gördüm, gülümsüyordu. Sesi tekrar duydum:
" Yanacağını bile bile atar mı insan kendini ateşe? " dedi ses. Dudaklarımdan birkaç cümle çıktı:
" Evet, atar. Yanacağını, öleceğini bile bile atar kendini bazen ateşe insan çünkü başka çaresi yoktur. Ya da o an ateşe atmak istemiştir kendini. Yanacağını, öleceğini, seveceğini bile bile... "
Ateşin içinde ki Ateş' in yüzüne bakarak söylemiştim bunları. Bir adım attım ve ayağım ateşin üzerindeyken uyandım.
Evet, rüya görmüştüm. Ve hayır kendimi değil.
Anlamsız ve garip bir rüyaydı.
Hava çok mu soğuktu? O sırada kapım açıldı ve odaya Emine Teyze girdi.
" Ah, kızım! Uyandın mı?" diye sordu.
Elinde ki nane limonu uzatıp konuştu:
" Şu nane limonu içte için ısınsın biraz. Neden bu yağmurda çabucak eve gelmedin ki ? Bak hasta oldun işte."
" Özür dilerim. " dedim.
Yağmuru seviyordum. Ve beni hasta etmesi bunu değiştirmezdi.
Günümün geri kalanı kitap okuyarak geçmişti.
Bir sonraki gün hem kendimi iyi hissetmediğimden hem de okulun kapanmasına yalnızca bir gün kaldığı için okula gitmemiştim. Evde oturup sadece kitap okumuştum.( Cumartesi Günü - Yıl Sonu Partisi Sabahı )
Cuma karnemi alıp eve gelmiştim ve bugün günlerden cumartesiydi. Yani şu sıkıcı yıl sonu partisinin olduğu gün...Parti akşam yapılacaktı. Bu nedenle sabahleyin hiç uyanmamaya karar kılmıştım ama sabah ısrarla çalan telefonum buna izin vermemişti. Arayan Derin' di.
" Alo, Derin! " dedim uyku sersemliği ile.
" Özür dilerim. Sanırım uykundan uyandırdım. " dedi.
" Sorun değil demek isterdim ama evet sorun oldu. " dedim dürüstçe. Bu dediğim ikimizi de güldürmüştü.
" Her neyse niçin aramıştın? "
" Aslında ne giyeceğimi hiç bilmiyorum. Sen ne giyeceksin? Belki birkaç ilham alırım."
Ne giyecektim ki? Tabii ki de gündelik kıyafetlerimi... Siyah bir pantolon, mor bir kazak ve siyah bir deri ceket. Aynen öyle söyledim.
" Elbise giymeyi düşünmüyor musun? "
" Hayır. " dedim. Elbise giymeyi sevmezdim.
" Of, umutsuz vakasın sen! En iyisi ben kendim ne giyeceğimi bulayım. Kim kimi alıyor bu arada? " diye sordu.
Derin' in şoförü ile beni almalarında karar kıldığımızda uyumaya devam ettim.
O sırada yine hapşırma nöbetim tuttu. Üşütmüştüm ve durmadan hapşırıyordum. Burnum da akmaya başlamıştı. Sanırım grip olmuştum.
Yanımdaki çekmeceden biri mendil alıp ayağa kalktım. Mutfağa geçip bir kahve yaptım ve balkona geçtim.
Yağmur yağmaya devam ediyordu. Gülümsedim. Ne yani anı mı yaşıyordum? An böyle mi yaşanılırdı? Küçücük mutluluklar da mı an yaşanılırdı? Sanırım bunun cevabını bana zaman gösterecekti.( Cumartesi Akşamı - 18.00 )
Kendimi hazırladığımda saat akşamın altısına ulaşmıştı. Kıyafetlerimi giymiş ve saçımı düzleştirmiştim. Yıl sonu partisi için hazırdım. Kol çantamı çıkartıp içine bir kitap koydum. " Kitap ne alaka? " diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Belki sessiz bir ortam bulurum da okurum diye.
Bir anda günlerdir masamın üzerinde duran gülü fark ettim. Ona ne yapacağımı düşünürken Derin' e vermek aklıma geldi. Evet, Derin' e verebilirdim. Gülü de çantamı attığımda artık tamamen hazırdım.
Derin'i aradığımda birazdan orada olacağını söyledi.
Dışarıya çıktım ve bahçe kapısını açtım. Artık sokaktaydım. Derin daha gelmemişti.
Gözlerimi diktiğim kaldırım taşlarından kafamı kaldırdığımda yanımdan çok hızlı bir şekilde geçen arabayı fark ettim. Şok olmuş bir şekilde arabanın arkasından bakakaldım. Arabada onu görmüştüm. Ateş' i. Yalnızca bir göz yanıltması olduğunu düşünüp takmadım.
Derinler sonunda gelmişti. Derin' in arabasındaydım. Camdan dışarı bakarken Derin' e döndüm. Telefonuyla uğraştığını fark ettim. Ardından gözüm dikiz aynasına takıldı.
Şoför direkt olarak bana bakıyordu. Birine mi benzetmişti? Araba sürüyordu tehlikeli değil miydi? Ona bakıp kaşlarımı çattığımda yola bakmaya başlamıştı. Biraz olsun rahatlamıştım.
Ardından tekrar Derin' e döndüm hala telefonuna bakıyordu. Parti okul bahçesine yapılacaktı. Derin kafasını kaldırıp bana baktı:
" Okulun sahibi de gelecekmiş haberin var mı? " diye sordu.
Okulumuz bir devlet okulu değildi ama özel okul da sayılmazdı. Yani aslında o okulda eğitim görmek için para vermiyorduk. Okulun özel bir sahibi olsa bile taban puanı yeten herkes girebiliyordu okula.
Umursamaz bir ifadeyle:
" Okulun sahibi kim? " diye sordum. İnanmıyormuş gibi bir yüz ifadesiyle bana baktı:
" Tanımıyor musun? Yasin Tekin. Hiç duymamış mıydın? " dediğinde şok olmuştum.
Yasin Tekin mi? Ateş'in babası olan Yasin Tekin mi?
" Hayır, tanımıyorum. " diye mırıldandım.
" Nasıl ya? Hani bir oğlu var: Ateş Tekin. Yakışıklı biri. Hiç görme fırsatım olmadı ama öyle söyleniliyor. Neyse ki bu partide görebileceğim. " dediğinde bir şok darbesi daha yemiştim.
" O da mı geliyor? Ama o bu okuldan değil. " dedim. Mantıklıydı bence.
" Nerden biliyorsun? " diye sordu.
Pot kırdığımı fark ettim. Babası hakkında araştırma yaparken kendisinin de Yağmur Lisesinde okuduğunu öğrenmiştim.
" Ateş' i tanıyorum. Babasını tanımıyorum. " dedim. İyi toparlamıştım.
Başını anladım dercesine salladığında soruma cevap verdi:
" Evet ama babasıyla birlikte bir konuşma mı ne yapacakmış. O yüzden geliyor. Ben de arkadaşlarımdan duydum. "
Anladım anlamında kafam salladım. Dikiz aynasına tekrar baktığımda şoförün bir kere daha bana baktığını gördüm. Bu sefer ona bakıp kaşlarımı tekrardan çattığımda bile gözleri bir yola bir aynaya bakıyordu.
Sonunda okula ulaştığımızda hızlıca arabadan çıktım. Rahatsız olmuştum. Derin' in söylediğine göre çıkışta da şoför bizi bırakacakmış. Derine hiçbir şey söylemedim ama çıkışta bir taksi bulmaya kararlıydım.
Okulun bahçesinin içeri girdik. Büyük bahçeye bir sürü koltuk ve masa koyulmuştu. Öğrencilerin çoğu gelmişti. Bahçenin bir kenarında sahne tarzı bir şey vardı. Sanırım şarkılar orada çalınacaktı. Derin' le boş bir yer bulmaya çalışırken çok sevdiğim bir sanatçının bir şarkısı çaldı. Bu Mabel Matiz' den Gel' di. Şarkıya hafif eşlik etmeye başladığında boş bir koltuk bulup oturmuştuk.
Sahneye yakın bir koltuktu. Şarkı yarıda kesildiğinde sahneye baktım ve okul müdürünü gördüm. Kısa bir konuşma yaptı:
" Öncelikle Doğa Lisesinin müdürü olarak siz sevgili öğrencilerime buraya geldiğiniz için teşekkür ederim. Buraya gelmekle beni çok mutlu ettiniz. Bu yılda büyük bir başarıyla bizi Türkiye'nin en iyi ikinci lisesi yapan siz sevgili öğrencilerime teşekkür ederim. Seneye Yağmur Lisesini de geçerek Türkiye'nin en iyi lisesi yaparsanız okulumuzu sizinle gurur duyacağım. Çok konuşmayacağım.
Şimdi okul birincilerimizi çağırarak konuşma yapmalarını istiyorum. İlk olarak dokuzuncu sınıflar arasından birinci olan arkadaşımız Merih Aydın' ı çağıralım."
Merih alkışlar içinde sahneye çıkarken acı bir gerçekle yüzleştim. Hayır , bu olamazdı. Onuncu sınıfların arasında okul birincisi bendim. Ama sahneye kalkacak kadar cesaretim yoktu. Merih kısa bir konuşma yaptıktan sonra müdür tekrar sahneye çıktı:
" Merih' e çok teşekkür ediyoruz ve şimdi de on birinci sınıfların arasında okul birincisi olan Sevgi Keskin'i çağıralım. "
Derin bir nefes aldım. Müdürün düzenden nefret etme fobisi ilk defa işime yaramıştı. Normal bir okul olsa ardından onuncu sınıflar arasındaki birinci kaldırılırdı fakat müdürümüzün düzene karşı bir fobisi vardı. Beni çağıracak diye çok korkmuştum ama kurtuluş yoktu elbet çağırılacaktım.
Sevgi bir türlü sahneye çıkmıyordu.
" Anlaşılan gelmemiş. Yine de ona çok teşekkür ederiz. Şimdi ise on ikinci sınıflardan okul birincimiz Erdem Sönmez'i çağırıyoruz . "
Erdem de kısa bir konuşma yaptıktan sonra müdür tekrar sahneye çıktı.
" Teşekkür ederiz Erdem. Son olarak onuncu sınıflardan okul birincimiz Rüya Alp! "
Bir alkış tufanı daha koptuğunda ne yapacağımı bilemiyordum. Yerimden kalkamıyordum. Bunu fark eden Derin elimi sıkarak:
" Hadi yapabilirsin! " dedi ama sesi hiç güven verici bir ses değildi. Ayağa kalktım ve sahneye doğru ilerledim. Sahneye çıktığımda müdürümüz mikrofonu elimi verip sahneden çıktı.
Mikrofon elimdeydi. Bir şeyler dememi bekleyen insanlara baktım. Anksiyetem tutmuştu. Hayır , yapamazdım!
O kadar kişinin arasından gözlerim Ateş' i buldu. Yanında babasıyla bir masadaydı. Direk bana bakıyordu ve ben sanki konuşmayı unutmuşum gibi hiçbir şey söyleyemiyordum. Ateş elini yumruk yaptı ve ağzına götürüp sanki bir şeyler söylüyormuş gibi ağzını oynattı. Doğrudan bana bakıyordu ve ne demek istediğini anlayamıyordum.
Aslında anlamıştım. Bir şeyler söylemem gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Birden nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle tek nefeste bu cümleleri kurdum:
" Ahmet hocama - müdürümüze - beni buraya çağırdığı için çok teşekkür ederim. Benden önce sahneye çıkan arkadaşlarımı da tebrik ederim. Size hepimizin o günlerden geçtiği bir anımı anlatmak istiyorum. Ortaokulda başarılı bir öğrenciydim. Sekizinci sınıfa geçtiğimde gireceğim LGS sınavı için çok heyecanlıydım. Hedefim iki yıl önce de Türkiye' nin en iyi lisesi olan Yağmur Lisesiydi. Çok az bir puanla kaçırmıştım o liseyi. Ve şuan buradayım: Doğa Lisesinde. Burada olmaktan şikayetçi değilim. Aksine okulumuzu çok seviyorum. "
Okulun canı cehenneme.
" Buraya bu sahneye çıkıpta böyle bir konuşma yapmak beni çok mutlu etti. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. " dedim.
Bir alkış tufanı daha koptuğunda müdüre mikrafonu verip yerime oturmayı düşünüyordum ama hiçbir yerde görünmüyordu. Mikrofonla mı yerime gitmeliydim?
Ardından Ateş' i buldu gözlerim. Bekle bir dakika der gibi baktı. Babasıyla sahneye yaklaşıyorlardı. Sahneye vardıklarında tam yanımdaydılar.
" Alabilir miyim? " diye sordu Ateş mikrofonu göstererek. Ona uzatıp yerime geçtim.
Yerime geçerken:
" Bu anksiyeteyle nasıl başardım konuşmayı ben? " diye düşünüyordum.
Yerime geçtiğimde Derin' in meraklı gözleri ile karşılaştım:
" Nasıl bir duyguydu? "
" Ne nasıl bir duyguydu? " dedim.
" Ateş' in elinin eline değmesi? "
Öyle mi olmuş? Aman, sanarsın Brad Pitt.
Ama ellerinin sıcak olduğunu fark etmiştim.
Bilemiyorum, belki de benim ellerim soğuktu.....
Herkese tekrardan merhabalar! Bu bölümde ki espri yıllar öncesinde yazmış olmama rağmen halâ beni güldürebiliyor:Evet, rüya görmüştüm. Ve hayır, kendimi değil. :-)
Bu arada şarkıyı nasıl buldunuz? Kitap boyunca sürekli şarkılarına mağrus kalacağımız bir sanatçı Mabel. Şuan bu satırları yazarken bile dinliyorum.
O halde bir sonra ki bölümde görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş Ve Kar
Romanceİlk duyuşta aşk... Rüya'nın monoton hayatı birdenbire değişmeye başlar. Kendini hastane ,karakol derken o bankta bulur. O bank ona sadece aşkı öğretmiyecek geçmişin sırlarını da açacaktır. Ateş ise babası gibi işkolik bir gençken kend...