10. Bölüm: İKİ YILDIZ

1 0 0
                                    

Ayın ışığı dünyayı aydınlatmaya yetseydi yıldızlar yaratılmazdı.

İyi okumalar!

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.

O kadar soğuk kanlılıkla söylemişti ki...Kapının önündeyken aval aval ona baktım:
" Ha! " diye abartılı bir tepki verdim.
" Yani... Ne? Anlamadım. Birini dövmek... Ben... " dedim karışık düşüncelerimle.
" Ateş ne diyorsun sen? Hiçbir şey anlamadım. " dedim.
Güldü:
" Şey... Sanırım... Rüya... Sanırım birini dövmeni istiyorum. " dedi taklidimi yaparak.
Bir kaç adım attım. Artık ben de dışarıdaydım. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Kaşlarımı çattım:
" Eğer şimdi bana bir açıklama yapmassan bahsettiğin kişiyi değil seni döverim. Yoksa zaten dövmemi istediğin kişi sen misin? "
Bana şok içerisinde baktı ama hiçbir cevap vermedi. Dayanamayıp bacağına bir tekme attım.
" Cevap verecek misin? " dedim. Elini bacağına koydu ve tekme attığım yeri eliyle bastırdı. Tek eli bacağındayken kaşlarını çatıp bana baktı:
" Umarım bunun aynısını birazdan onun için de yaparsın. " dedi.
Ayağımı havaya kaldırdım. Vuracakmışım gibi davrandım. O da anlamış olacak ki hemen konuştu:
" Tamam tamam! Vurma! Az önce seni rahatsız eden o kişiyi vurmanı istiyecektim. " dedi.
" Nerede o? "
Arkasını dönüp gösterdi:
" Şurada. Şu sağda. " dedi göstererek.
" Gelmiyorum. " dedim.
" Neden? "
" Canını acıtmış olabilirim ama ona gücümün yeteceğini düşünmüyorum. " dedim dürüstçe. Adam iri yapılıydı ve yeterince uzundu.
" Az önce canımı bu kadar acıtan sen mi bunu söylüyorsun. Bir denesen en azından... " dedi olumlu cevap vermemi beklerken.
" İyi, tamam. " dedim. Çok çabuk ikna olmuştum.
Gülümsedi. Yürümüye başladık.
" Çok acıdı mı? " dedim. Öylesine sormuştum.
" Eh, yani. Bacağımda ki iki kemiğin kırılma sesini duydum ama iyiyim. Merak etme. "
" Merak ettiğimden sormadım. Ayrıca abartma. İki kemikmiş..." dedim.
O ise aldırmadan sağa döndü ve ben de döndüm.
Şoför biriyle koyu bir sohbete dalmıştı. Üstünde ki kıyafetten anlayabileceğim kadarıyla yanında ki de şofördü.
Yanlarına ulaştığımızda Ateş, şoför kıyafeti giymiş adama döndü:
" Teşekkür ederim, Bayram abi. Gidebilirsin. Gerisini ben hallederim. " dedi ve adam oradan ayrıldı.
Az öte de duran arabaya bindi ama arabayı çalıştırmadı. Sanırım Ateşlerin şoförüydü. Düşüncelerimden beni sıyıran o iğrenç adamın sesiydi:
" Ne istiyorsunuz benden? " diye sordu. Ateş bana baktı:
" Hmm...Masaya biraz yumruk koy. Biraz da çelme... Ah, unuttum! Rüya sen çok seversin tekme de olsun mu? "
Güldüm.
" İyi olur aslında. " dedim. Adam ne dediğimizi anlamış olacak ki geriye doğru iki adım attı ama Ateş onu kolundan tuttu ve:
" Ah, korkma! Ben sana zarar vermeyeceğim. Deminden beri baktığın bu güzel bayan sana haddini bildirecek. Eh, belki de ondan daha fazla korkmalısın. "
Beni güzel mi buluyordu? Bunu şuan düşünmemeliydim. Bana döndü:
" Az önce attığın tekmeden daha şiddetlisi olsun. " dedi gülümseyerek ve adamı biraz öne itti. Tekme atmamı bekledi.
İlki işe yaramadı. İkincisi ve hatta üçüncüsü bile... O an anladım Ateş' in canının yanmadığını. Numara yapmıştı. Adam gibi iri yapılı değildi ama ondan daha uzundu. Bu bir şeyi değiştirmezdi.
" Tamam. Beni izle. " dedi bir öğretmen edasıyla. Adama sert bir tekme attı. Adamın vücudu duvarı boyladığında acıyla inledi:
" Ah! " dedi yüksek sesle.
Ona yaklaştım ve bir tekme de ben attım. Yine ağzından bir ah çıktı ama öncekinden kuvvetli değildi.
" Şimdi yumruğa ne dersin, Rüya? " diye sorduğunda gülümsedim.
" İyi bir fikir ama sen başla. " dedim. O da gülümsedi. Adama döndü Ateş.
" Ondan özür dile! " dedi ama Ateş' in dediği adamı pek etkilememişti.
" Özür dileyecek bir şey yapmadım ben. Bakmamda nasıl bir sakınca var! Hoşuma git... "
Adamın sözünü bitirmesine izin vermeden Ateş sert yumruğunu adamın tam dudağının kenarından geçirdi. Sanırım dudağı patlamıştı. Yine bir çığlık attığında artık ayakta değildi. Duvara yaslanmış bir şekilde oturuyordu. Ateş adama eğildi yakasından sertçe tuttu ve ekledi:
" Özür dile! "
" Özür dilerim. " dedi sonunda.
İşte o an bir ses duydum.
" Lan, Bilal' in sesi değil mi bu? " dedi biri. Sesinden öfke akıyordu.
" Evet! Koş! Şu taraftan geliyor. " dedi bir başkası.
Bizi duymuşlardı. Sesleri çok yakından geliyordu. Koşmaya başlasak okula yetişir miydik?
Bir an da Ateş ayağa kalkıp elimden tuttu ve tek kelime söyledi:
" Koş! "
Koştum.
Bir saniye... Şuan okula doğru koşmuyorduk. Koştum, nedenini bilmeden. Ateş' in eli elimi sımsıkı tutuyordu ve yine elleri çok sıcaktı.
Bir sürü ara sokaktan girdik ve en sonunda durduk. Durduk ve soluklanmaya başladık. Koşmaktan nefret ediyordum. Kalp atışlarım durağanlaştığında konuştum:
" Neden okula gitmedik? "
" Çok yakınımızdaydılar. Kaç kişi olduklarını bilmiyordum. Yoksa kaçmazdım. Ayrıca okula gitsek sorun çıkardı. " dedi.
" Ne sorunu? "
" Babam okulunda böyle bir şeyle uğraşmak istemezdi. " dedi.
Bu çok mantıksızdı. Etrafıma baktım. Yüksek binalar vardı çevrede. Karşımızda bir inşaat vardı. Fakat burayı tanımadığımdan emindim.
" Peki, burası neresi? Neden bu kadar çok koştuk? " diye sordum.
O an ikimiz de kenetlenen ellerimize baktık. Neden bırakmamıştı elimi? Peki ben neden bunu fark etmemiştim. Hemen çektim elimi.
Sağına, soluna, arkasına baktı. Elini saçlarına götürüp karıştırdı. Ve tek bir şey söyledi:
" Bilmiyorum. "
" Ne? " dedim.
" Ateş , tekrardan soruyorum. Burası neresi? " dedim sinirlenerek.
" Bak, gerçekten bilmiyorum. Fark etmeden hiç bilmediğim sokaklara girmişiz. "
Cevabı bu muydu gerçekten? Telefonumu yanıma almamıştım. Evde bırakmıştım. Telefon taşımayı sevmemenin cezası bu muydu yani?
" Fark etmeden mi? Bu nasıl bir sorumsuzluk ya! Her neyse... Telefonundan, birini ara. " dedim.
" Şey... Dersler dışında telefon kullanmam. "
Şaşırmamalıydım.
" Özür dilerim. Merak etme, birazdan bir taksi falan geçer. " dediğinde sabrım tükenmişti.
Onunla konuşmak istemiyordum. Oflayarak kaldırıma oturdum ve direk gökyüzüne baktım. Yıldızlar bu gece her zamankinden daha fazlaydı. Ay tam tepede boş ver dercesine bana gülümsüyordu.
O da geldi. Kaldırıma biraz uzağıma oturdu.
" Her zaman böyle mi olur? " dedi. Onunla konuşmak istemiyordum ama yine de merakımdan sordum:
" Nasıl? "
" Sürekli karşı cinsin rahatsız bakışlarıyla karşılaşır mısın? " diye sordu. Elbette, buna cevap vermeyecektim.
Sessiz kaldık ve bu sessizliği yine o bozdu:
" Bana kızgınsın. " dedi. O an yüzüne baktım ve gökyüzüne dönmüş olan yüzü yutkunmama sebep oldu. Üzgündü, bu yüzünden belli oluyordu. Bunu umursamadım. Bana döndü ve sanki sonunda gözleri gözlerimi bulmuş gibi derin bir nefes aldı:
" Gözlerin... " dedi fakat tam o sırada bütün sokak lambaları söndü.

( Ateş' in Anlatımıyla )

Daima renkli gözler ilgi çekerdi. Yeşil, mavi, ela... Yaygın göz renkleri pek sevilmezdi. Ama anlayamıyordum nasıl olur da onun gözlerinin kahverengi tonu insanlara sıradan gelirdi. Oysa ki ben kahverenginin en güzel tonuyla karşılaşmıştım.
Sokak lambaları söndü ve ben ilk defa karanlıktan nefret ettim. O tona daha fazla bakamadığım için...
" Arıza mı yaptılar? " diye sordu.
" Sanırım. Sevmez misin karanlığı? "
" Yok, aksine severim. " dedi.
Gökyüzüne baktım. Bana kızgın olduğunu bilmeme rağmen işaret parmağımı gökyüzüne diktim ve o iki alt alta olan yıldızları gösterdim:
" Şu yıldızları görüyor musun? Küçük ayı takım yıldızının solunda ve alt altalar. Biri çok parlak. Diğeri ise çok soluk. "
" Evet. " dedi.
" İşte o yıldızların bir öyküsü var. Annem anlatmıştı. Daha ben küçükken... Fakat asla unutmam. "
Ona döndüm fakat karanlıktan yüzü görünmüyordu.
" Anlatsana. " dedi büyük bir hevesle. Başladım:
" Şu sönük yıldız aslında bir zamanlar çok parlakmış. Fakat bir gün şu parlak yıldızla karşılaşmış. Aslında o da bir zamanlar çok sönükmüş. Ve şuan gördüğün sönük yıldız - o zamanlar parlak olan - o parlak yıldızın sesini duymuş. Hayır, onu görmemiş. Yalnızca sesini duymuş. Ona aşık olmuş. İlk görüşte değil ilk duyuşta aşık olmuş. Fakat gökyüzünde aşk yasakmış. Bu kuralı koyan ise ayın kendisiymiş. Ay, gökyüzünde ki tüm yıldızlara , gezegenlere hükmedermiş. O zamanlar parlak olan yıldız o yıldızı çok seviyormuş ama onun onu sevip sevmediğini bilmiyormuş. Ay bu yıldızın aşkına daha fazla dayanamamış. Ve ona şöyle demiş:
" Bu aşkı devam ettirebilirsin fakat bir şartım var. Kendi parlaklığını şu sönük, aşık olduğun yıldıza vereceksin. Çok parlaksın, bunu göze alabilir misin? "
Yıldız ise şöyle demiş:
" Aşk her şeyi göze alabilmek değil midir, zaten. "
Böylelikle kabul etmiş. Ay bu iki yıldızın gökyüzünde ki rollerini değiştirmiş. Bir zamanlar çok parlayan, yeryüzünde ki her kesin dikkatini çeken yıldız artık sönükmüş. Ama yine de mutluymuş çünkü aşk, her şeyi göze alabilmek demekmiş."
Sözlerimi bitirdiğimde sokak lambaları tekrar yandı. Ona döndüm. Gökyüzündeydi hala yüzü.
" Eee devamı yok mu? " dedi.
" Hayır. " dedim.
" Sönük yıldız onu sevmemiş mi? " dedi.
" Bilmem. Ben yalnızca bu kadarını biliyorum. Ama bazı efsaneler sevdiğini söylerken bazıları sevmediğini söyler. Bazıları da hiçbir şey hissetmediğini..." dedim.
Gözlerini devirdi ve bana baktı.
" Ne kadar saçma. " dedi.
" Sadece kişileştirme. " dedim.
" Bunaltıcı derecede sıkıcı. "
O an anlamıştım. Aşka inanmıyordu.
" Aşka inanmıyorsun. " dedim.
" Evet, inanmıyorum. Ama anladığım kadarıyla sen inanıyorsun. "
" Evet, inanıyorum. Aşk vardır. Ve bir gün sana da inandıracağım. "
Birden ağzımdan çıkan cümleyle kaşlarını çattı. Anında düzelttim:
" Yani... Seni aşka inandıracak biri çıkar. " dedim. Anında itiraz etti:
" Çıkmaz, karşıma öyle biri çıkmaz. Ne sen ne de başkası beni aşka inandırabilir. "
Bir şey demedim ama çıkacaktı. O kişi ben olmayacaktım. Başka biri ona aşkı öğretecekti.

...
Bir bölüm sonundan daha selamlar!

Öncelikle bölümde geçen hikaye sizce nasıl?

Bu kısa hikayede geçen " ilk duyuşta aşk " mevzusu ilerleyen vakitlerde de karşımıza çıkacak. Zaten tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum çünkü kapakta bile yer aldığı için bununla sınırlı kalamaz.

" Telefon taşımayı sevmememin cezası bu muydu? "
Bu satırları yazarken aklıma sen geldin, Havin. :⁠-⁠)

O halde bir sonra ki bölümde görüşmek üzere. :⁠-⁠)









Ateş Ve KarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin