Hayatımın en uzun ve zor gecelerinden biriydi.
Şahit olduğum acılardan sonra, dünyadaki iyiliğin ve adaletin tamamen kaybolduğunu hissetmeye başlamıştım. İnsanların yaşadığı bu büyük ve sarsıcı olay, içimde ümitsizlik ve çaresizlik duyguları doğurmuştu.
Her şeyin getirdiği derin bir yorgunluk hissi dağ gibi büyüyerek içimi kaplamıştı. Hem kendimin hem de başkalarının hayatındaki kırılganlığı fark etmiştim. Olanlar zihnimde sadece kişisel değil, toplumsal bir yara haline gelmişti ve bu yaranın iyileşmesi zaman alacaktı. Bu karanlık gece ruhumda gri izler bırakmıştı. Moral olarak tükenmiş ve yorgundum.
Sabah namazını kılalı üç saat kadar olmuştu. Binayı bir sessizlik kaplamıştı. İşitilen tek tük sesler ise ağrısı olan yaralıların zaman zaman dudaklarından kaçan iniltileriydi. Hastalar ve yakınların çoğu şimdi uyuyor veya dinleniyordu. Hastane personeli de bulabildiği köşelerde yorgunluklarını atmaya çalışıyor; kimisi bir bankta, kimisi bir sedyede, kimisi dinlenme odasında biraz kestiriyordu.
Nöbet değişimi saati geldiğinde annem, eve gitmem, bir şeyler atıştırmam ve biraz dinlenmem için ısrarcı olmuştu. Kendisinin de öğlene doğru geleceğini söylemişti. Onun varlığı ve ilgisi, içimi ısıtan nadir şeylerden biriydi.
Geçirdiğimiz yoğun ve uzun geceden sonra biraz kendime gelmek için annemin sözünü dinlemeye karar verdim. Bedenim bitap düşmüştü. Aynı zamanda yemek yapacak ve misafir odalarımızdan ikisini Feraylar için hazırlayacaktım. Onları evimizde misafir etmeye karar vermiştik. En yakın dostum ve ailesini, içinde bulundukları bu zor durumda kendi başlarına bırakacak değildik. Onları korumak ve yanlarında olmak, bu kasvetli günlerde tek tesellim olacak gibiydi.
Feray'ın ailesini ve Abel'ı son kez kontrol ettikten sonra binadan ayrılmak üzere hareketlendim. Kapıya dek geldiğimde adımlarımı dışarıya atmama engel olan şey, yağmur yağdığını fark edişim oldu. Sanki gece boyunca yaşanan vahşeti temizlemek istercesine sakin ve yumuşak bir şekilde yağıyordu. Sanki doğa da bu felaketi kendi diliyle teselli etmeye çalışıyordu.
Kapının önünde tereddüt ederek durdum. İçeride koşturmaktan hiç pencereden dışarıya bakmamış, bu yüzden hava durumunun değişimini ve gri bulutların yeryüzünü ıslatmaya başladığını fark etmemiştim. Şaşırmıştım. Acaba yukarıda birinden şemsiye bulabilir miydim? Bu soru zihnimden geçerken, geri dönüp o merdivenleri çıkamayacak kadar tembel ve enerjisiz hissettim kendimi.
"İlk kez ıslanmayacaksın ya hayatında," diye içimden geçirdim. "Biraz yağmur kimseyi incitmez."
Bu sözlerde biraz boş vermişlik gizliydi aslında. Sanki o anlarda, dünyanın ağırlığı omuzlarımı çökertirken, yağmurun soğuk damlaları yalnızca basit birer ayrıntıdan ibaretti. Huzursuzluğun ve belirsizliğin içine saplandığım şu zamanlarda, ıslanmak gibi fiziksel bir durum ruhumun derinlerinde hissettiğim acıların yanında önemsiz kalıyordu.
Hastanenin bahçesine adım attım ve yağmurun altında yürümeye başladım. Yağmuru hissetmek belki de ruhumdaki sıkıntıların bir nebze olsun hafiflemesine yardımcı olabilirdi. Yürüdükçe, yanılmadığımı anladım. Su damlacıklarının yeryüzüyle buluşurken çıkardığı o yumuşak, dingin ve düzenli ses, adeta ruhuma bir melodi gibi işliyordu. Ve her şeyin bir gün geçeceğine dair sessiz bir söz veriyordu.
Hastanenin bahçesinden çıktığımda bir anlığına durdum.Ellerimi hafifçe havaya kaldırıp, parmaklarımı yağmurun altında öne doğru uzattım. Başımı yavaşça geri yatırdım, gözlerimi kapattım ve damlaların serin, ferahlatıcı dokunuşlarını yüzümde hissettim. . O an, dünya durgun ve sessizdi. Yanımdan geçen birkaç kişinin varlığı bile neredeyse hissedilmiyordu. Yağmurun ritmik tıpırtıları, içimde yankılanan kaosun sesini bastırmaya çalıştı. Ancak bu rahatlama kısa sürdü, zira her yanımı saran ağır duygular bir türlü sükunet bulmama izin vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk ve Savaş
Teen FictionBirbirine düşman iki millet, küçük çatışmalarla başlayan bir savaşın eşiğinde. Halkın günlük hayatına dek sızan öfke ve güvensizlik, büyük bir felaketin habercisi. Babası, ülkenin önde gelen komutanlarından biri olarak savaşın durdurulması için dip...