Bölüm 10: Kıvılcım

16 6 2
                                    


Kerem, sabahın ilk ışıklarıyla beraber uyanmıştı. Gün yeni başlıyordu ve o, koyunları otlatmak ve bahçedeki işleri halletmek üzere erkenden harekete geçmişti. Koyunları çitle çevrili geniş alana salıverirken sabahın serinliği tenini okşuyordu. Gözlerini ufka çevirdiğinde, doğanın sadeliği ve huzurunu hissetti. Koyunların çıkardığı homurtular ve otların hışırtısı, sabahın sakinliğine karışıyor, Kerem'i rahatlatıyordu.

Daha sonra bahçeye geçti. Toprak, bir gece öncesinin serinliğini hala muhafaza ediyordu. Kerem, yetiştirdiği sebzeleri ve olgunlaşmış meyveleri dikkatle toplarken ellerinin toprağa karıştığını hissetti. Bu his onu rahatlatıyordu; toprak, Kerem'e bir anlamda güven veriyordu.

Topladığı mahsulleri masanın üzerine bıraktıktan sonra çeşmeye bağladığı hortum yardımıyla bahçeyi sulamaya başladı. Hortumdan akan su, ekinlere çarptığında yayılan ince su sesi, ona hafif bir yağmurun verdiği huzuru çağrıştırdı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Çimenlerin ve ıslak toprağın yoğun kokusu ciğerlerine dolarken, tüm yorgunluğunu kısa süreliğine unuttu. Bu an, onun için bir tür meditasyondu; doğayla uyum içinde hissettiği nadir zamanlardan biriydi.

Bahçedeki işlerini tamamlayıp hortumu yerine bıraktıktan sonra topladığı mahsullerle eve girdi. Ayakkabılarını çıkarıp sessizce içeriye ilerlerken, salondan gelen bir tıkırtı sesi duydu ve başını çevirip baktığında Eda'yı gördü.

Genç kız pencerenin önündeki koltukta oturuyor, güneşin altın rengi ışıkları sarı saçlarını aydınlatıyor, sanki etrafında ince bir ışık halesi oluşturuyordu. Sessizce camdan dışarıya bakıyordu. Onun son zamanlardaki bu sakin hâli Kerem'in dikkatini çekiyordu. Normalde çok daha hayat dolu biriydi. Yaşadıklarının etkisini henüz tam olarak atlatamamış olmalıydı.

Kerem'in adım seslerini işitince Eda başını çevirip kimin geldiğine bakmış, Kerem'i görünce yüzünden bir an şaşırma ifadesi gelip geçmişti. Göz göze geldiklerinde Kerem başıyla hafifçe selam verip evin içine doğru ilerledi ve elindekileri bırakmak için mutfağa geçti. Topladığı mahsullerle dolu sepeti bir kenarı koyduktan sonra evde derin bir sessizliğin hakim olduğunu fark etti. Babası karargahdaydı, annesi ve Süveyda ablası ise hastanede. Peki diğer herkes neredeydi?

Kötü bir şey olup olmadığını düşünerek meraklandı ve içeriye döndü. "Eda?" diye seslendi genç kıza. İsmini işitince hemen ona dönmüştü kız. "Herkes nerde?"

"Babam ve annemi Cihan abi aldı, kontrol için hastaneye götürdü. Ablam da onlarla gitti. Cemre abla benimle kalıyordu. Ama acil bir işi çıkınca atölyeye uğramak zorunda kaldı."

Genç adam, bir an duraksayıp Eda'ya baktı. Duydukları, kızın yalnız kalmış olduğunu gösteriyordu. "Anladım," dedi Kerem, başını hafifçe sallayarak. Evde şuan sadece ikisi olduğu için ekleme gereği duydu: "Rahatsız olma lütfen. Ben üstümü değiştirip hemen çıkacağım."

Kerem odasına yöneldi ve temiz kıyafetler giyerken düşüncelere daldı. Eda'nın yalnız olması durumdan rahatsız oldu. Nedenini bilmiyordu ama içinde Eda'ya karşı bir koruma hissi kabarıyordu. Ayrıca yürüyemez durumdayken kim olursa olsun evde tek kalmasını tercih etmezdi.

Çıkmak için geri döndüğünde genç kız hâlâ sessizce oturuyordu. Kapıya doğru yönelmek üzereyken tereddüt ederek durdu. İçinde bir dürtü belirdi; ona bir şey sormak istedi. "Bu arada..." dedi, sesi yumuşak ve nazikti. "Bir şeye ihtiyacın var mı?"

Eda, çekingenliği tuttuğu için biraz dudaklarını hafifçe ısırdı ve bir an tereddüt etti. Kısa bir iç çatışmanın ardından çekingenliğinin ses tonuna yansımasına engel olamayarak "Aslında... Biraz su alabilir miyim?" dedi. Birilerinden bir şeyler istemek ona zor geliyordu fakat cümle dudaklarından çıkar çıkmaz rahatlamıştı. Utanacak bir şey olmadığını kendine hatırlattı. Sonuçta yürüyebilse suyu ondan istemezdi.

Aşk ve SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin