Bölüm 2: Öfke Ateşi

34 8 4
                                    


Ahşap merdivenleri inip tezgahın önüne vardık. Kasada duran Sadri amcaya gerekli ödemeyi yaparken mekânın sahibi bu tatlı ihtiyarla ayaküstü biraz laflamıştık. "Babana selam söyle kızım," deyince "Tabiki," diyerek gülümsedim. Onunla vdalaştık ve hafif bir rüzgarın kol gezindiği sokağa çıktık. Karanlık iyice çökmüştü fakat sokaklardaki lambalar ve kandiller etrafı yeterince aydınlatıyordu.

Ayrı yönlere gideceğimiz için sokağın başında durup Feray ile birbirimize sarıldık.

- Kendine iyi bak, görüşürüz!

- Sen de! İyi akşamlar!

Feray soldaki sokağa giderken ben yokuş aşağı düz yürümeye başladım. Rüzgar elbisemin eteklerini uçuruyor, hırkam beni soğuktan korumakta yetersiz kalıyordu. Hava beklenmedik şekilde serinlemişti. Bu yüzden adımlarımı büyük ve hızlı tuttum. Hasta olup evde yatmak ve eğitimlerimi kaçırmak istemiyordum.

Başımdaki örtüyü düzelttikten sonra istemsizce elimi boynuma doğru götürdüm ve Feray'ın bugün sürpriz yaparak bana hediye ettiği güneş figüranlı kolyenin ucuna dokundum. Canım arkadaşım, zevkimi ve neleri beğeneceğimi çok iyi anlıyordu. Yazdığı küçük not ise beni oldukça duygulandırmıştı.

Uçuşan bir kaç yaprak ayaklarıma çarpıp havada dans ederek süzülmeye devam etti. Merkezden uzaklaştıkça etraf sessizleşti ve yolları aydınlatan ışıklar sayıca azaldı. Bu sokaklara olan alışkınlığım ve aşinalığım sayesinde ürkmeden, korkmadan, çekinmeden yürümeye devam ettim.

Sağa yönelip köşeyi dönmek üzereyken karşıdan gelen tanıdık bir silüetle karşılaştım. Yürüyüş tarzından ve gölgede kalan bedeninin heybetinden tanımıştım onu. Cihan'dı. Çocukluk arkadaşım, aynı zamanda babamın yakın dostu olan Gökbay amcanın oğluydu. Ailecek severdik Cihan'ı. Güven duyduğum biriydi.

O da beni fark etmiş, yanıma vardığında başıyla selam vermiş ve durmuştu. "Süveyda! İyi akşamlar!"

"İyi akşamlar," diye yanıtladım.

"Nereden böyle?"

"Dersten sonra Feray ile buluşmuştuk, eve dönüyorum. Sen?"

"Râşid amcayı görmeye gidiyorum. Konuşmamız gereken bazı önemli meseleler var," dedi Cihan, ciddi bir ifadeyle. Pek şaşırmadım açıkçası. Cihan işinde uzman bir genç adam olarak babamla sık sık bir araya gelir, ordunun yahut halkın ihtiyaç duyduğu konularda elinden gelen yardımı ve desteği esirgemezdi. Herkesten gizli yürüttükleri bazı işler de vardı tabi. Ayrıntılara hakim olmasam da onlar konuşurken kulağıma çalınan şeyler olmuştu.

"Anladım," dedim. "Beraber yürüyelim o zaman."

Başını sallayarak onayladığında yan yana yürümeye başladık. "Nasılsın?" diye sordum ve hırkamın önünü birbirine kavuşturdum.

"İyiyim, sağ ol. Sen nasılsın?"

"Bilmiyorum..." dedim. İyiyim demek içimden gelmiyordu. Ardında boş mana saklayan sözcükler sarf etmek istemiyordum. Cihan'ın yanında zihnimden geçenleri açıkça belirtmekten de çekinmiyordum.

"Hayırdır?" derken bir problemim olup olmadığını merak ederek sorduğu, ilgili ses tonundan anlaşılıyordu. Kişisel bir şey yoktu. Geneldi. "Son zamanlarda her şey çok karışık değil mi? Radyoda duyduklarımız, gazetelerdeki haberler, sokaktaki fısıltılar... İnsan huzur bulmakta zorlanıyor."

"Evet," dedi Cihan, derin bir nefes alarak. "Ama güçlü kalmalıyız. Onların istedikleri de tam olarak bu; huzurumuzu kaçırmak, gözümüzü korkutmak, moralimizi bozmak... Hepimize bir sorumluluk düşüyor ve onları yerine getirip gerisini kadere bırakmaktan başka çaremiz yok. Özellikle baban gibi insanlar, bu karmaşayı sona erdirmek için ellerinden geleni yapıyorlar."

Aşk ve SavaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin