(Arkadaşlar bu bölüm asla ama asla benim içime sinmedi. Aşırı acemice yazılmış bir bölüm gibi hissediyorum. Diğer bölümler ile bu bölümü kıyaslayınca hiçbir şekilde beğenemedim. Neden böyle oldu bilmiyorum. Bölümü tekrar silip, geri yazamama gibi bir huyum da var. Sanki silip baştan yazarsam bir şeyleri kaçıracakmışım ya da daha da berbat olacakmış gibi hissediyorum.
Bölümdeki her bir detay gözüme çarpıyor bu yüzden. Hiçbir şekilde içime sinmedi. Ama yine de paylaşmak zorundayım çünkü dediğim gibi tekrar silip yazma gibi bir huyum yok. İstesem de yapamıyorum. :(
İçime sinmeyen bir bölümü sizinle paylaşmak durumunda kaldığım için kusura bakmayın olur mu?
Neyse çok uzatmayayım keyifli okumalar🫶)
MÜGE BALA 9 YAŞINDA...
Gecenin karanlığını bölen ayın ışıltıları, büyük evin camlarından içeri sızarken, küçük kız minik adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Su içmek için uyandığında, yanında bu gece uyumak için odasında yattığı babasını görememişti. Önce Demir abisinin odasını kontrol etmiş, ardından onun uyuduğunu görünce mutfağa inmek için yönünü değiştirmişti. Duyduğu seslerle, aşağıya inmekten vazgeçerek, babalarının çalışma odasının önüne geldi. Aralık kapıyı itip, içeri girecekken duyduklarıyla öylece kala kaldı.
“Canım yanıyor Çelebi. Görünüşü aynı ben ama gülüşü ve gözlerini annesinden aldı. Ona her baktığında annesinin gülüşünü görüyorum, bu beni öldürüyor.”
Kısa bir sessizlik oluştu. Babasının hıçkırık sesini duyan Müge Bala irkildi. Gözlerini kocaman açıp, karşısındaki kapıya bakarken, minik dudakları titremeye başladı. Ne yani, Müge Bala babasının canını mı yakıyordu?
“Sormuyor Çelebi, sormuyor,” dedi Turan sesi git gide kısılırken. “Kızım annesini bana hiç sormuyor. Biliyor mu bilmiyorum, hissediyor mu bilmiyorum ama bana hiçbir şey sormuyor. Annem nerede demiyor. Herkesin annesi var benim niye yok demiyor. Annem nereye gitti demiyor. Gelecek mi demiyor. Benim kızım annesizliği biliyor ama ağzını açıp da tek kelime etmeyi bilmiyor! Hesap sormayı bilmiyor! Hakkı olanı istemeyi bilmiyor!”
İçeriden duyulan kırılma sesleri ve babasının bağırmaya başlaması minik kızı korkutmadı. Onu zaten yüksek sesler korkutmazdı. Onun korktuğu tek şey gece yatağına girdiğinde aklına düşecek olan annesizlik ve arkadaşlarının annesiyle vakit geçirdiği her andı. Bu iki şey dışında hiçbir şey onu korkutmazdı.
Kapının pervasına sinerek, açık kapıdan içeriyi izlemeye başladığında, salonun karanlığı yüzünden babaları onu görmedi. Çelebi, Turan’ı tutmaya çalışırken, “Sakin ol çocuklar uyanacak, sakin ol!” diye uyardı arkadaşını. Turan, Çelebi’nin kolları arasında yere çöktüğünde, arkadaşının kolları arasında hüngür hüngür ağladı.
“Ben nasıl anlatacağım küçücük kıza tüm bunları? Ben nasıl diyeceğim annen seni hiç sevmedi diye?! Ben nasıl diyeceğim sen daha bir haftalık bebekken bizi terk etti gitti diye?!” Çelebi, arkadaşının başını sımsıkı tutup göğsüne bastırdığında, çenesini saçlarına yaslayarak onunla birlikte ağladı. Ama onun ağlayışı sessizdi. Acıları sessizdi. Her zaman olduğu gibi...
Turan’ın dudaklarından acı bir feryat koparken Müge Bala’nın gözleri doldu. “Nasıl derim annen seni istemedi diye? Nasıl derim daha sen karnında minicik bir bebekken düşük yapmak için karnına vurdu diye? Nasıl derim Çelebi, nasıl derim?” Başını acıyla iki yana salladı. “Nasıl derim ben seni koruyamadım diye?” Hıçkırdı. “Nasıl kaldırsın tüm bunları Çelebi? Daha çok küçük nasıl kaldırsın? Hangi yürek buna dayanır? Ben dayanamadım o nasıl dayanır? Hamile karıma sürpriz yapmak için işten erken geldiğimde, onu karnına vururken ve zıplarken gördüm. O an ben yıkıldım kaldıramadım, kızım nasıl kaldırsın?!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCİ ÇİÇEĞİ
Teen FictionO gece, kuru soğuğun bedenimi yaktığı o anda terk etti çocukluğum bedenimi. Cıvıl cıvıl renkleri olan o küçük kız öldü, gecenin karanlığına boyanan kadın doğdu küllerinden. Ve dudaklarımdan tek bir mırıltı döküldü benim bile kulağıma ilişmeyen: "Aff...