O KARA GECEDEN BİR YIL ÖNCE...
Özgür kuşların gökyüzünde kanat çırptığı, ağaçların en canlı rengine büründüğü, çocukların neşeyle etrafta koşuşturduğu bir ilk bahar akşamında, Dayıların bahçesinde yaktığı mangalın başında sohbet ediyordu babalar. Eşleri, koyu bir sohbet eşliğinde masayı çeşit çesit yemeklerle donatırken ve çocuklar arka bahçede yaşları büyük olmasına rağmen yaramazlık peşindeyken herkes bir aradaydı. Kimsenin keyfine diyecek yoktu.
Mutlu ve huzurlu bir akşamın daha tadını çıkarıyorlardı.
Büyükler ön bahçeyi işgal etmişken, arada sırada et çalmaya giden Safa ve Tufan koşturarak ellerindeki köfteleri, yere serdikleri örtünün üzerindeki tabaklara adeta fırlatırcasına bıraktılar.
"Elim yandı lan!" diye bağırarak koşuşturan Safa'ya ters ters bakan Tufan, eline soğuk su döküyor ve acısının geçmesi için sıktığı dişleri arasından soluklanıyordu. "Babam dedi bekleyin eliniz yanar diye, ne kaptığın gibi koşuyorsun?! Görmemiş misin oğlum sen, yaktın elimizi!" Başını iki yana salladı. "Yarın eğitime gideceğim ben."
Dilaşub yamuk bir sırıtışla önce dumanı tüten köftelere, sonra da Tufan'ın eline baktı. "Pinti misiniz oğlum, elle ne demeye getiriyorsunuz?" Yanındaki buzlu su şişesinin birini alıp onun kucağına fırlattı. "Seni böyle eğitime sokmazlar bilmiş ol. Buz tut ki kabarmasın."
Tufan hak vermiş olmalı ki başını sallayarak kucağındaki buzu sızlayan parmaklarına tuttu. Safa'ysa bir köşede durup, koşuşturmayı bırakmış ve melül melül Dilaşub'a bakmaya başlamıştı. Tufan'ı düşündüğü gibi acaba kendisini de düşünecek mi diye merak ederken, deli gibi sevdiği adamın elini merak eden Dilaşub, sanki hiç umrunda değilmiş gibi bir şişe daha aldı eline. Aynı umursamaz bakışlarla, kedi yavrusu gibi ona bakan Safa'ya el işareti yaptı. Mesajı alan Safa, anında onun dibinde biterken yüzünde kocaman bir gülümseme peyda olmuştu.
"Al, buz koy sen de. Yanmasın canın." dedi soğuk tutmaya çalıştığı sesiyle Dilaşub.
"Yaa!" diyerek kaymak gibi eridi Safa. "Sen benim canımı mı düşünüyorsun canına yandığım?!" Büyük bir şefkle şakıdığında kocaman gülümsemek isteyen Dilaşub, bunu yapmayarak yalnızca göz devirmekle yetindi.
"Tüm bu bulaşıkları sana yıkatacağım, ondan bana lazımsın." diye lafı çevirdiğinde bu Safa'nın umrunda olmamıştı. Sevdiği onu düşünmüştü, canı acısın istememişti. Bu durum onun için tam üç buçuk aylık bir sırıtma sebebiydi. Önümüzdeki birkaç ay boyunca yüzünde gülüş hiç eksik olmayacaktı. Gerçi onu gördüğü, duyduğu ve hatırladığı her an yüzüne konuyordu o aptal sırıtış.
Hemen yanlarında bir başka örtüye uzanmış İdris ve makyaj yaparak ona bir şeyler anlatan Hazan'ın diğer tarafına uzanmışlardı Gültekin Esved ve Müge Bala.
Genç kız karanlığın çökeklendiği gökyüzünü izlerken, genç delikanlı yeni bulduğu şiiri okumak için telefonunu kurcalıyordu. Sonunda aklından çıkmayan o şiiri bulduğunda, bir elini başının altına koyarak rahat bir pozisyon aldıktan sonra boğazını temizledi ve güzel sesiyle okumaya başladı.
"Müjganı görmüşler dün akşam üstü
Karalar giyinmiş belli ki dertli
Beni sormuşlar tutulmuş dili
Müjgan sigaraya başladı diyorlar.Gülmedi ondan sonra ne bahtım ne yüzüm
Gün gün sarardım dalımdan düştüm
Nereye baktıysam hep onu gördüm
Açtığı yaralar kapanmıyor demiş.Demedim mi sana akıl ermez Aşk'a
Sonradan vurur hep dilinden keşke
Beni merak edip de kendini yorma
Hoş olsun gönlün yar dediğinle.Bilirsin Müjgan gönlüm senindir
Kavuşmak olmasa da hasret bizimdir
Tuttuğun bardakta çayın benimdir
Başında ki duman kurban olayım
Yaktığın ateşlere hayran olayım..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCİ ÇİÇEĞİ
Teen FictionO gece, kuru soğuğun bedenimi yaktığı o anda terk etti çocukluğum bedenimi. Cıvıl cıvıl renkleri olan o küçük kız öldü, gecenin karanlığına boyanan kadın doğdu küllerinden. Ve dudaklarımdan tek bir mırıltı döküldü benim bile kulağıma ilişmeyen: "Aff...