Koltukta iyice yayılıp ortamın huzurlu atmosferi ile bacaklarımı koltuğa uzatıp, yakınımda duran kumandayı elime iliştirdim. Herhangi bir spor kanalı açıp kendimi geriye yasladım. Televizyonun sesi duyulmayacak kadar kısıktı, dışardaki şiddetli yağmur damlaların sesi bastırıyordu tekrar kumandayı elime alıp televizyonun sesini son sese getirdim, karşımda duran sıcak kahvemden bir iki yudum aldım.
Sehpanın üzerinde titreyen telefonum dikkatimi dağıtmaya yetti.
"bu saat' de kim arıyor" gözlerimi devirdim, huzur denen bir şey benim için 5 dakika falan olabilirdi.
Titreyen telefon sustu, tekrar ardı ardına çalmaya başlayınca ekranına eğildim.
Büyük harflerle "Bayındır" yazıyordu yanında maymun emojisi ile.
"kaydetme şeklimi yesinler" içtiğim kahve bardağını kenara nazikçe koydum, telefonun titreşimi üçüncü kez olunca bunun ciddi bir olay olduğunu ele vermişti.
"alo"
"İsmail..." sızmış bir ses acı dolu.
"ne oldu yine gavat?" dudaklarımı kemirdim.
"iyi değilim" arada hıçkırma sesleri sözlerimi unutturuyordu.
"canım acıyor"
"çok acıyor..." ne anlatıyordu.
"ne?" ağzım bu sözcükle aralık kalmıştı.
"karnım sızlıyor..." ufak bir inilti.
"neredesin?"
"ben..."
"siktirtme kendini neredesin geri zekalı!?" sesim telefonda iyice yükseldi.
"evde" bu sözle acımadan telefonu yüzüne kapattım, kendini falan mı bıçaklatmıştı bu? ambulansı arayayım mı? belki kavga etti ve birisini öldürdü kendini korurken?, o ölü bulunursa müebbet falan yerdi.
derin derin nefesler alıp yağmuru umursamadan askıda asılı ceketi kendime sarıp kapıyı aralayıp evi terk ettim. Ütü açık mıydı ya?
...
Dayandığım kapıyı Altay'ın süper zekasıyla saklamak için koyduğu anahtarı halının altından alıp, seri hareketlerle zorla kapıyı açtım, ıslak saçlarım dağılmıştı zemine su damlaları düşüyordu.
"ALTAY?!" avazım çıktığı kadar bağırdım, anahtarı kapıyı kapatmadan en yakın yere fırlatı vermiştim.
"ALTAY NOLUYO DELİRTME BENİ NERDESİN?!" tekrar.
"Eğer öldüysen seni affetmem bilesin!" buruk bir gülüş.
Mutfak yok, salon yok, odasında yok,
"neredesin Geri zekâlı" kekeliyordum.
Banyonun kapısına geldiğimde yerde duran bir iki parça cam parçalarını fark ettim, kapıyı zorlayıp girdiğimde yerde duran sızmış bir şekilde elinde bir votka bide şarapla duran uzun boylu kıvırcık birisini fark ettim.
"Altay?"
"selam bebek" sarhoşça sırıtıyordu.
"sikecem bebeğini"
Hani lan kan man yok burda? benle taşşak mı geçiyordu bu?, endişelendik o kadar.
"iyim ya sadece midem-" yakınındaki tuvalete kustu.
"acı çekiyorum derken ne diyordunuz Altay beyciğim?"
"sanırım şarapla votkayı karıştırıp içince kafam bir gitti geldi-" böğürdü.
"ve- yanlışlıkla şu önümde duran adama çarptım" aynayı kast ediyor.
"ve- ve- beni dövdü" kolundaki yarayı uzattı.
"canım acıyor" büyük bir bebek gibi sızlanıyordu.
Sakin kalmak bu süreçte çok zordu yarasını sarmam için beni çağırmıştı. Neyim ben iyilik meleği mi? sakin ol İsmail.
"tamam Altay bey" sesim sert ve uyarıcı çıkıyordu. Yerde duran 190'lık adamın koluna girip kendime çektim.
"nakliyatçı mı olsam acaba?" bunları taşıya taşıya kas yaptım.
Sürükleye sürükleye salonun kapısına kadar getirip bir kaç saniye soluklandım, kapıyı sonuna kadar açıp içeri daldım.
Gördüğüm kadarıyla kapının açıklığını fırsat bilip gelen birileri vardı.
"İsmail" bu ses Kerem'e ait yanında ondan daha uzun daha dün tanıştığım bana yaklaşmaya çalışan Alper duruyordu, gözleri Altay'a dokunan ellerime kaymıştı sadece izliyordu, öfkeli gözleri vardı çizgisiz ve çizgili kaşları çatılmıştı.
"bir siz eksiktiniz" gözlerimi ondan çekip Kerem'e ilerledim.
"tutsana şunu"
"neyi?"
"şunu" Altay'ı ona fırlattım. Ama nasıl fırlatmak düşmana atar gibi.
"Bir sesler duyduk ta bir sorun var mı diye geldik" dişlerini sıkıyordu keskin çenesi kasıktı.
"yok bir şey gide bilirsiniz tek kişi hallediyordum" ona ayak uyduruyordum.
"peki neyin oluyor?" kol kaslarını kasıp birbirine doladı.
"ne neyim?" tek kaşım havada cevabımı bekliyordum sarışın olandan.
"Altay" baş parmağıyla Altay'ı zor tutan kereme döndü.
"sana ne kardeş"
"peki zorla mı öğreneyim?" görünecek şekilde dilini dişlerinin arasında gezdirip yan bir sırıtma bıraktı gözlerime.
"aman... istemez arkadaşım olur kendisi" şimdi siker falan bu beni.
"peki" süzdü baştan aşağı.
"şimdi gide bilirsiniz" kışkış işareti yaptım onlara.
"yardım-"
"boğuluyorum" kesik kesik gelen ses kalın ince arasında gidip geldi.
"aman bir tutamadın şu koca adamı" kerem ciddi ciddi konuşmamız boyunca sırtında yatan kocaman iri yarı yapılı adama dayana bilmişti, büyük başarıydı, nakliyatçılığa bir eleman bulduk.
"selam bebek" mayışıp ağzından kelimeler sızdırıyordu kerem in sırtından kalkıp kollarını boynuna sardı.
"yardım..." yüzü dehşet vericiydi kurtarmasak haline razı olacaktı iki çift kalın kol onu kendine doluyordu.
"at şuraya" koltuğu işaret ettim. Dinleyip yavaş ve zorlu adımlarla koltuğa fırlattı. Kollarında boşluk hisseden Altay iki kolunu da kendine sardı, gözlerini kırpıştırıp sıkıca kapattı.
"gidin şimdi"
"gözlerin-"
"hı?"
"çok nefes kesici..." mırıldandı.
"bunu yapma bana..." dudaklarımı ısırdım.
"neyi?" kerem sıvışarak banyoya yüzünü yıkamaya gitmişti.
Ben hep sevilmek istediğim gibi sevdim, sonuç olarak herkes terk etti beni, bunu tekrar yaşamak asla istemiyorum.
Arkada ateşe düştüm çalıyo mentalim düşüktü iyice gitti
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I don't want you to cry (BARIŞ-İSMAİL)
Hayran Kurgu"o kadar güzel gülüyorsun ki sevmesem ziyan olucaktı..." "imkansız diye bir şey yoktur ismail sadece zaman alır" saçlarını nazikçe okşadı.