Efsun 1

6 1 0
                                    

Dünya büyük bir soykırımın ardından harabeye çevrilmişti. Çoğu yer tamamen yok olmuştu. Dünya sadece üç kara parçasına ayrılmıştı. Bu kara parçalarından biri ormanlıktan ibaretti. Diğeri ise mahvolmuş, yıkık-dökük bir şehirdi. Orman ve şehir birbirine tahta köprü yoluyla birleşiyordu. Ama en son kara parçası yüksek dağ ve düzlerden ibaretti. Oraya ise sadece yüzerek gitmek ya da tekneyle gitmek mümkündü.

Bu harabe dünyada soykırımdan sonra canlı kalanlardan biri de oduncuydu. Oduncu her gün ormana gider, ağaç keser ve eşinin yanına dönerdi.

Her gün olduğu gibi bir gün, oduncu yine ormana ağaç kesmeye gitmişti. Hava kararınca, baltasını omzuna alıp eve döndü. Ancak bu sefer evin içinden gelen müstehcen sesler onu rahatsız etti. Kalbi hızla çarparak kapıyı açtı. İçeri girdiğinde, karısıyla en yakın dostunu yatakta buldu. Oduncu, uğradığı ihanetle sarsıldı; bu durum onu derinden kırdı, üzdü ve öfkelendirdi. Öfkesine yenik düşen oduncu, en yakın arkadaşını baltasıyla parçaladı. Elleri kıpkırmızı kanla kaplanmıştı. Sıra karısına geldiğinde ise, onu kanlı elleriyle boğdu. Karısının ve en yakın arkadaşının cesedini sırtına alarak evinin arkasındaki eski kuyudan aşağıya attı. İhanete uğramış bir adamın acısını hissederek, evine geri döndü ve geceyi hüngür hüngür ağlayarak geçirdi.

Ertesi sabah, toparlanmaya çalışan oduncu evden dışarı çıktı. Kafa dağıtmak amacıyla tekrar ormana gidip ağaç kesmeye başladı. Ağaç keserken, uzaktan bir yardım sesi duydu. Ses, küçük bir kızın çığlıklarına benziyordu. "Yardım edin! Lütfen yardım edin!" diye bağırıyordu.

Oduncu, baltasını sıkıca kavrayarak sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Sesin kaynağına ulaştığında, küçük ve tatlı ama bir o kadar da ürkütücü bir kızın halatla ağaca bağlanmış olduğunu gördü. Küçük kız, oduncuya bakarak bağırdı: "Ne bakıyorsun, gerizekalı? Yardım etsene!"

Oduncu, kızın edepsizliğine şaşırdı. "Ayıp olmuyor mu, hanımefendi?" diye sordu.

Küçük kız, oduncunun sorusunu alaycı bir şekilde yanıtladı: "Ayıp yatakta olur."

Oduncu, derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalışarak, "Seninle tartışmayacağım," dedi.

Kız, kendinden emin bir şekilde, "Tartışamazsın da zaten," diye karşılık verdi.

Oduncu, bu inatçı kıza daha fazla tahammül edemeyerek, "Tamam. Ben sana yardım etmek istiyordum ama vazgeçtim. Git kendine başka bir yardımcı bul," dedi ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

Küçük kızın sesi, oduncunun arkasından bir kez daha yükseldi: "Dur, lütfen! Özür dilerim. Yardım et. Ne olur yardım et."

Oduncu, kızın çaresizliğine dayanamayarak geri döndü ve yanına yaklaştı. "Adın nedir, ufaklık?" diye sordu.

Küçük kız, "Adım Efsun. Senin adın ne?" dedi.

Oduncu, gözlerini kıstı ve kızı dikkatlice inceledi. "Sen bana oduncu de," diye cevap verdi.

Efsun, oduncunun adını merak etse de konuyu uzatmadı. "Tamam, oduncu. Ayağımın altındaki bıçağı alır mısın? Sonra da halatı kes lütfen," dedi.

Oduncu, Efsun'un ayağının altındaki bıçağı aldı ve halatı kesti. Efsun, sonunda özgürlüğüne kavuştu. Oduncu, kızı merakla süzerek, "Seni bu ağaca kim bağladı?" diye sordu.

Efsun, hafifçe ürpererek, "Beni bu ağaca boyu iki metre olan, beyaz önlük giyen, büyük gözleri olan, uzun sakallı ve kel biri bağladı," dedi.

Oduncu, kızın söylediklerine inanmakta zorlanarak, "Abartma," dedi.

Efsun, gözlerinde bir ciddiyetle, "Abartmıyorum, yemin ederim. Adı da Yabani'ydi," diye ekledi.

Oduncu, düşüncelere dalarak, "Adı bana tanıdık geldi sanki," diye mırıldandı.

Efsun, konuyu değiştirerek, "Bıçağımı vermeyecek misin?" diye sordu.

Oduncu, bıçağı eline alarak inceledi. "Bu bıçak senin mi?" diye sordu.

Efsun "Evet! Görmüyor musun? Üzerinde adım yazıyor," diye yanıt verdi.

Oduncu bıçağın üzerine baktı. Üzerinde gerçekten de "Efsun" yazılmıştı. Bıçağı kıza geri verdi. Efsun, bıçağı eteğinin belindeki kemerin arasına yerleştirdi. Oduncu, "Tamam. Seni kurtardım. Artık benlik bir işin yoksa evime gidiyorum," dedi.

Oduncu tam evine dönmek üzereyken, Efsun onun kolunu tuttu. "Dur! Beni tahta köprüye kadar sırtında taşır mısın?" diye sordu.

Oduncu, başını iki yana sallayarak, "Hayır. Kendi başına git," dedi.

Efsun, gözlerinde yalvaran bir ifadeyle, "Sadece tahta köprüye kadar ama. Lütfen, oduncu, lütfen," diye ısrar etti.

Oduncu, sonunda pes ederek, "Peki, tamam. Ama köprüyü geçtikten sonra evime geri döneceğim. Anlaştık mı?" dedi.

Efsun, sevinçle başını salladı. "Anlaştık," dedi.

Oduncu, Efsun'u sırtına aldı ve tahta köprüye doğru yürümeye başladı. Efsun, oduncunun sırtındayken, onun kafasına hafifçe vurup dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. Ancak oduncu, bu küçük yaramazlıkları görmezden gelerek, kızın isteğini yerine getirmek için elinden geleni yapıyordu. Yolun ortasında, aniden yağmur yağmaya başladı. Oduncu, "Yağmur yağıyor," dedi.

Efsun ile oduncunun tam köşesinde büyük bir ev vardı.

Efsun, o evi işaret ederek, "Köşedeki büyük eve gidelim mi?" diye sordu.

Oduncu, eve bakarak, "Ev sahibi bizi içeri alır mı? Bizi tanımıyordur bile," dedi.

Efsun, umursamaz bir tavırla, "En azından deneriz," diye cevap verdi.

Oduncu, Efsun'u sırtında taşıyarak büyük eve doğru yürüdü. Eve vardıklarında, Efsun'u sırtından indirdi ve kapıyı çaldı. Kapıyı küçük bir erkek çocuğu açtı. Oduncu, çocuğa nazikçe, "Merhaba, evlat. Evinize girebilir miyiz? Yağmurdan kaçmak için bir sığınak arıyoruz," dedi.

Küçük erkek çocuğu, gülümseyerek, "Elbette, buyurun," dedi. Kapıyı ardına kadar açarak onları içeri aldı. Oduncu ve Efsun, evin sıcak ve kuru havasında rahatladı. Küçük çocuk, "Bu arada adım Umut. Sizi oturma odasına yerleştirdikten sonra babamı çağıracağım, belki size yardımcı olabilir," dedi.

Umut, onları oturma odasına aldı. Efsun ve oduncu her biri bir sandalye çekip masanın arkasında oturdu. Umut ise babasını çağırmak için yanlarından ayrıldı. Umut, babasının odasına girdiğinde, babası horluyor ve uyuyordu. Umut, babasını uyandırmak için yüksek sesle bağırdı: "Baba, uyan! Misafirlerimiz var."

Babası, Umut'un çağrısıyla uyandı ve onunla birlikte misafirlerin yanına geldi.

Oduncu, Efsun'un endişeli bakışlarını fark etti. Efsun, oduncunun kolunu hafifçe sıkarak, "Bu ev bana hiç güven vermiyor," diye fısıldadı.

Oduncu, kızın endişesini anlamaya çalıştı. Kısa bir süre sonra, Umut babasını oduncu ve Efsun'un yanına getirdi. Adam, oduncuya ve Efsun'a soğuk bir bakış attı. Efsun, adamı görür görmez tanıdı ve dehşetle, "Bu o adam! Beni ağaca bağlayan oydu!" diye fısıldadı.

Oduncu, Efsun'un uyarısını ciddiye aldı ve gözlerini adamın yüzüne dikti. Yabani adı verilen bu adamın gözlerinde, karanlık bir şeyler vardı. Oduncu, karşısındaki adamın gerçek yüzünü anlamaya çalışırken, kalbindeki şüphe gitgide büyüyordu.

Ucubeler Diyarı: Efsun ile OduncuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin