***
Ağaçların arasından süzülen yaz güneşi, günü ısıtmaya başlamıştı. Zhan, müstakbel kocasına yük olmamak için ev işleriyle ilgileniyordu. Daha sonra, etkileyici biri onları evlerinde ziyarete geldi. Batı kıyafeti giyen, kısa saçları olan kişi gülümseyerek kapının açılmasını bekliyordu.
"Kimse yok mu?" diye bir yandan seslenen kişi bir yandan da kapıyı tıklarıyordu.
Sesi duyan Zhan, hole doğru gelirken, "Hemen geliyorum." dedi ve kapıya ulaşınca hemen açtı.
"Zhan'er sen misin?" diye sordu, kapıdaki kişi heyecanla.
Zhan'er; - er - eki gayri resmi bir hitap şeklidir.
"Evet." dedi Zhan, ilk defa gördüğü bu kişiyi sanki tanıyormuş gibi hissetti.
"Memnun oldum. Adım Wang Haikuan. Yibo'nun ağabeyiyim." dedi ve Zhan'ın önünde eğilerek selam verdi.
Aynı şekilde ona selam veren Zhan, onu içeriye davet etti. Salona girdiklerinde karşılıklı koltuklara oturdular. Zhan, karşısında oturan nazik adama, hemen buzlu çay ikram etti.
"Lütfen buyurun." dedi Zhan, büyük cam bardağı önüne itelerken.
"Çok teşekkür ederim. Çok susamıştım." dedi Haikuan, bardağı eline alıp büyük bir yudum içmeden önce.
"Demek müstakbel kocamın ağabeyisiniz." dedi Zhan, gülümseyerek.
"Evet. Benzemiyor muyuz? İnsanlar hep gözlerimizin benzediğini söyler." dedi Haikuan, boştaki eliyle gözünü işaret ederek.
"Evet. Şey..." diye konuştuğu sırada Ying teyze, kapıyı açarak içeri girdi. Haikuan'ı gördüğünde heyecanla konuştu.
"Bay Haikuan! Çok uzun zaman oldu." dedi, elini kalbinin üzerine götürerek.
"Ying! Gerçekten uzun zaman oldu. En son kaç yıl önce görüştük? Hâlâ iyi olduğunu gördüğüme sevindim." diye bir yandan konuşurken, çoktan Ying teyzenin yanına giderek ellerinden tuttu.
Yaşlı kadın, genç adamın yüzüne bakmak için kafasını yukarı kaldırmak zorunda kalmıştı.
"Hiç değişmemişsiniz Bay Haikuan." dediği sırada sıkıca sarılıyorlardı.
Ying teyzenin pamuk gibi beyazlamış saçlarını okşuyordu genç adam. Odaya giren Yibo, onların bu görüntüsüne bir süre gözlerini kapatarak bekledi, sonra gözlerini açtığında konuştu.
"Tanrılar. Hiç değişmemişsin, ge." dedi Yibo, yüzünde hiçbir ifade belirtisi olmadan.
"Yibo, senin işe gitmen gerekmiyor mu?" diye sordu Haikuan, suratı asık bir şekilde onları izleyen kardeşine.
"Bugün izinliyim." dedikten sonra, Zhan'ın yanına doğru gitti ve yanına oturdu.
Haikuan, Ying teyze ile sarılmayı bitirdikten sonra Zhan'ın yanındaki koltuğa gidip otururken bir yandanda kardeşine söylenmeye devam ediyordu. Zhan, bu ikilinin atışmalarını şaşkınlıkla izliyordu. Kendisinin de bir kardeşi olsa da hiçbir zaman böyle bir ilişkileri olmamıştı. İki koca adam çocuk gibi davranıyordu.
"Aman be! Hep somurtuyorsun. Neşelen biraz. Artık böyle tatlı bir nişanlın var." diye konuşmaya devam ederken;
"Seni ilgilendirmez." diye ağabeyinin sözünü kesti Yibo, kaşlarını çatarak.
"Tamam, her neyse. Neyse Zhan'er. Sana Zhan diyebilir miyim?" diye sordu Haikuan.
"Evet."
"Yibo, benden sana beyefendi olma dersleri vermemi rica etti, biliyor musun?" diye sorduğunda, Zhan'ın şaşkın bakışlarını gördüğünde, "Yibo. Ona söylemedin mi?" diye kardeşine bakarak sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET / YIZHAN /
FanfictionBinlerce yıl önce Yiling patriği olarak bilinen isimsiz bir kahraman Yürüyen Cesetleri, Mezar Tepesine mühürleyerek hapsetmişti. Ama mühür zamanla zayıfladı ve kötü niyetli insanlar tarafından mühür kırıldı. Günümüz, talihsizliğin ortasında, Gökler...