Eddie, Londra'ya giden uçakta düşüncelere dalmışken, Syrene ve Sophia, yeni bir sabahın telaşına kapılmışlardı.
Syrene, kahvaltı masasının başında durgun bir halde, tabağındaki yiyeceklerle oynuyordu.
Bu görevlerin ağırlığı, Eddie'ye karşı saklamak zorunda kaldığı gerçekler...
Tüm bu baskılar, onu gittikçe yoruyordu.Sophia'nın, "Anne! Saçlarımı yapmayı unuttun, servis gelecek!" diyerek ağlamaya başlaması Syrene'i aniden kendine getirdi. Hızla lavaboya koştu, tarak ve tokaları kaptığı gibi Sophia'nın saçlarını iki yana tatlı topuzlarla süsledi, kurdeleleri de takarak hazır hale getirdi.
Sophia, annesinin bu ani hızı karşısında şaşkın bir haldeyken, servisin korna sesiyle hızla evden fırlayıp sadece, "Teşekkür ederim anne!" diye bağırarak servise koştu.Syrene, olanlara gülümseyerek düşündü: Anne olmak zor bir şeymiş gerçekten... Sophia benim çocuğum olmamasına rağmen bu kadar zorsa, kendi çocuğum olsa nasıl olurdu acaba?
Bir an bu düşüncelerde kayboldu, ama ardından toparlanıp evi derleyip işe doğru yola çıktı.
Bu kamuflaj görevini her gün kendini gizlemek için sürdürse de iş yerinde varlığı, insanları da fazla konuşturmayacak kadar güçlü bir izlenim yaratmıştı.Ofise vardığında kendi yerine geçip bilgisayarındaki birkaç maile bakarak vakit doldururken, arkasında oturan kızların fısıltılarını duydu. İçişleri Bakanı Campbell'ın ölümünü konuşuyorlardı:
"Bence bu kesin bir cinayet, kim bilir neden öldürüldü..."
"Koskoca adam durup dururken niye intihar etsin ki?"
Syrene, konuşmaları duydukça kendini rahatsız hissetti.
Aniden ayağa kalkarak durumu kurtarmak için, "Patron bana bayağı belge yollamış... Kahve alacaktım, isteyen var mı?" diye sordu.
Kızlar bu teklife sevinip "Biz de isteriz, teşekkürler Syrene," diyerek memnuniyetle karşılık verdiler.
Syrene derin bir nefes aldı ve içinden, İyi kurtardın, diye düşünerek kahve almaya gitti.
Arkasında kalan kızlar ise ona hayranlıkla bakarak, "Evlilik gerçekten Syrene'e yaramış," diyerek fısıldaşmaya devam ettiler.Bu sırada, Sophia da okulda kendi maceralarını yaşıyordu.
Ders esnasında kafasına bir kağıt uçağın çarpmasıyla sinirlenip aniden ayağa kalktı ve sınıfta, "Andreas!" diye bağırdı.
Andreas, alaycı bir ifadeyle, "Ben ne yaptım ki?" diyerek güldü. Öğretmen, Sophia'ya dönüp yerini almasını söylerken Sophia'nın yanında oturan Lucy, Andreas için, "Ne saygısız çocuk değil mi?" diye fısıldadı.Teneffüs zili çaldığında Lucy, Sophia'yı yemekhaneye gitmeye davet etti.
Ancak, yemeklerini aldıkları sırada Andreas ve arkadaşları, çelme takarak onları yere düşürdüler.
Lucy öfkelenip tepki vermek için hamle yapacakken, Sophia onu durdurdu.
Sessizce Andreas'a dönerek, "Sana attığım ilk yumruğun karşılığı olarak kabul ediyorum ama bir daha olursa, başka şeyler yapabileceğimi de öğrenirsin," dedi ve Lucy'yi kolundan tutarak yemekhaneden çıkardı.
Andreas ve arkadaşları, Sophia'nın kendinden emin tepkisi karşısında şaşırmış halde, "Ne değişik bir kız," diye mırıldandılar.Eddie, sonunda Londra'ya ayak basıp uçaktan inmişti.
Havalimanı kalabalığında ilerlerken dikkatini çeken siyah, şık bir araba, tam da onun çıkış yaptığı kapının önünde durdu.
Arabanın içindeki Bayan Handler'ı görünce, fazla zaman kaybetmeden yanına gidip araca bindi.Eddie, konuyu dolandırmadan doğrudan mevzuya girerek, "İçişleri Bakanı mı?" diye sordu.
Bayan Handler, sakin ama dikkatli bir bakışla ona döndü ve "Evet, ama henüz üstü kapalı olarak soruşturuluyor," diye yanıtladı.
Eddie'nin yüzünde belirgin bir kararlılık vardı. "Merak etme," dedi, "Buradan döndüğümde bunun arkasında kimin olduğunu bulacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mission&Love||Are You Falling Love?
FanfictionSevgi mi? Aşk mı? Aile mi? Ben bunları uzun süre önce kimliğimle birlikte atıp gittim,gereksiz bağlara gerek yok.